Ahmet Erdem, şiirini, yoğun koşuşturmaca içinde, yalın ve duru sözcüklerle örüyor: toplumsal keşmekeşin zehirli atıklarını sevgide arıtıp kurtardıklarıyla... Bu, çoklarınca yapay görülüyor ya da yadırganıyor. Özellikle ölüm ve intifar övgücüleri, onun şiirindeki sahici duyguları özümsemekten uzaktırlar. Oysa Erdem`in şiiri, insanın önünde, beslemeyle ezberletilmiş bir hayatın karşısına göstermelik bir kafa tutuşla, intihar tehdidiyle dikilenlerden çok daha sıkı ve bir o kadar da müşfik bir duruşu özetler. Böyle bir girişim ve inat, kelimenin tam anlamıyla yürek ister.
Şairin her imgesi nemden Hayat ne zaman acıtsa erdemi Şiire bulanır yeniden
Kentin karmaşasında boğulan ve kendini etnik bir arayışlara zorlayan insan, doğanın gerçeğini, doğadaki ayrılığın özündeki kardeşçe buluşmaya ilerleyiş erdemini duyumsatır:
Munzur soyunsa zıhrını Fırat da güler Dicle de
Aşkın anılar yumağında bir adın bile nasıl da çılgın tutkulardan dingin bir çoğalışa büyüdüğünü sözcüklerin aralığından gösterir:
Ne zaman ansam adını Bir şey beni öpücüğe boğar
Ve sonra ansızın, bütün bir ömrün tek solukta yüzümüe üflenişi:
Ütopyada olsa seviş benimle
Ahmet Erdem, herkesin kirletmekle gurur duyduğu bir dünyada, kir imgesinin bıraktığı izi suda perçin sızısıyla sözcüklere dökerek şiiri hayatın dip kovalamacasından uçlara çektikçe, bizi de kendine çekmeyi sürdürecektir.