Reddedemeyeceği sorular aracılığıyla huzuru kaçırılan insan akıl kendi anlayışının bir türünde özel bir kadere sahiptir; zira bunlar ona aklın doğası aracılığıyla bizzat verilmiştir, lakin o bunları da cevaplandıramaz, çünkü bunlar insan aklının tüm yeteneklerini aşarlar. Bu kötü duruma kendilerinin suçu olmaksızın düşüyor. Yaşadığı deneyimler esnasında kaçınılmaz ve aynı zamanda bunlar sayesinde yeterince liyakatini göstermiş ilkelerin kullanımıyla başlar. Bununla o (doğasının da sebebiyet verdiği gibi) gittikçe daha yukarı, uzaklaşmış şartlara yükselir. Orada ama bu şekilde işinin her zaman yarım kalacağını fark eder, çünkü sorular hiçbir zaman son bulmaz, böylece kendini tüm olası deneyimleri kullanmanın ötesine geçen ilkelere sığınmaya zorlanmış görür ve bununla beraber, mutat insan aklının bununla mutabık olduğu çok kesin görünüyor. Bu sayede ama karanlığa ve her ne kadar çözebileceği, herhangi bir yerde saklı ama temelde yatan hataları bulamayacağı çelişkilerin içine düşer, çünkü yararlandığı ilkeler, tüm deneyimlerin sınırını aştığından, artık deneyimin gerçek olup olmadığı test edilen mihenk taşını tanımıyor. Bu sonsuz anlaşmazlıkların savaş alanına şimdi metafizik (ç.n. fizik biliminin ötesinde olan, Aristo’nun felsefi eserlerinin başlığıdır) denir.