Dumas, dünya çapındaki edebi eserlerinin yanı sıra çok iyi bir gezgindir. Onu diğer gezginlerden ayıran en önemli özelliği de dolaştığı her yabancı toprağı sadece değişik bir yer olarak görmemesi, bu coğrafyaların yerli halklarıyla ve tarihiyle de iç içe yaşayarak ve onları kayıt altına alarak ortaya koyduğu eserlerine derinlik vermesidir.
Binlerce yıl gerilere uzandığımızda Mısır’ı ve Sina’yı oldukça puslu bir coğrafya olarak görürüz. Çünkü Hz. Musa kavmini bu topraklardan geçirerek Sina’ya çıkartmıştır. Büyük İskender’in na’şını taşıyan konvoy yine Nil kıyılarını takip etmiştir. Kutsal Luis Haçlı Seferini İskenderiye’den başlatmış ve Kahire’ye kadar inmeye çalışmıştır. Memluk Sultanı Baybars da buralarda onunla savaşmıştır. Napolyon bu topraklarda savaşarak kendisine yer bulmuştur. İşte Dumas’ın Mısır’dan başlayan, Sina’ya geçen ve sonra yeniden Mısır’da son bulan 1830 yılında develer üzerinde yaptığı bu gezisi de tamamen puslu coğrafyada görülemeyenleri aralamaya yönelik bir çalışmadır. O çevresiyle tam bir etkileşim içinde dünyayı yeniden şekillendirmeye çalışan büyük liderlerin adımlarını takip ederek büyük zorluklar içinde bu geziyi yapmış ve bu ölümsüz eserini ortaya çıkarmıştır. Çevirirken aldığım zevki, okurken almanız dileğimle.