İnsan aşk için neler yapabilir? Bir insan bilgiye ulaşmak için ne kadar çaba harcayabilir? Herkes sana "yapamazsın" dese de kendine inanarak devam edebilmenin sırrı nedir?
İşte tüm bu soruların cevabı iki kelime de özetlenebilir: "Martin Eden"
Jack London'ın yaşadığı dönemde bugün olduğu gibi sanat, edebiyat ve kitaplar herkes için değildi. Sadece seçkin bir kesimin yani burjuvaların hizmetine ve beğenisine göre tasarlanmış bir sanat anlayışı hakimdi. Eğitim, sadece seçkin bir kesimin emrindeydi, insanlar ya üst neslinden gelen maddi imkanlarla eğitim alarak seçkin bir zümreye dahil oluyor ya da ağır ve zor şartlarda işçilik yapıyorlardı. London'da küçük yaştan itibaren her türlü ağır işte çalışmış; istiridye korsanlığı, boksörlükle, çamaşırcılık, -altına hücum döneminde- altın aramış, cezaevine düşmüş, yeri gelmiş dilencilik yaparak hayatla mücadele etmiş bir insan olarak maceraperest, zorlu bir hayat yaşamıştı. Yaptığı değişik işler ve dünya yolculukları süresince pek çok değişik olayı, farklı insanı ve hayatın acımasız -gerçek- yüzünü görmüştü. Yaptığı gözlemlere göre bir insan dünyada bu ağır şartlar altında çalışmak için gelmiş olamazdı. Bu sebeple daha çok kazanabileceği, aynı zamanda kendisi için bir tutku olan yazarlık mesleğine yöneldi. Bunun için pek çok değişik kitap okudu, eğitimli olmamasına rağmen elinden geldiğince kendini geliştirmeye çalıştı, her türlü felsefi konuyla ilgilendi. Bu sürecin sonunda oldukça kıymetli yazılar yazarak bunları edebiyat dergilerine gönderdi. Bir derginin yazılarından birisini beğenerek 25$ vermesi üzerine yakaladığı motivasyon onu büyük bir yazar yapan kapıyı aralamış oldu.
London'ın yaşadığı döneminde edebiyatın aristokratlar için yapılıyor olması edebi ürünlerin hayatın gerçeklerinden uzak, seçkinlerin hayatını anlatan, mutlu sonla biten bir masallar dünyası haline gelmesine yol açmıştı. London bu anlayışı ısrarla reddederek halkın gözünden, halk için yazılar yazdı. Bu şekilde proleterler için yazı yazan ilk yazardır. Sonuçta hayatın binbir yüküyle mücadele eden insanların trajik yaşamlarını yazdı ve onu her kesimden, her kültürden milyonlarca insan okudu. London aynı zamanda yazdığı edebi metinlerde felsefi bir altyapı sunan ve bu minvalde yazılar yazan da ilk yazardır.
Karl Marx, Herbert Spencer, Friedrich Nietzsche ve Charles Darwin en çok etkilendiği insanlardır. Kitaplarında sosyalizmi çokça anlatmasına rağmen, Nietzsche'nin bireyselciliğini de yansıtmıştır.
İncelemeye London'ın hayat hikayesiyle başlamamın nedeni Martin Eden'in bizzat yazarın yaşamından kurgulanmasıdır. Bunu, yazarın "Martin Eden benim" demesiyle de anlayabiliriz. Martin Eden tıpkı London gibi hayatın zorluklarını çekmiş, kendi döneminde hor görülen bir sınıfa mensup olmasına rağmen sürekli kitaplar okuyarak kendisini geliştirmiş ve yazar olmak için büyük çaba harcamıştır. Tüm bu çabaları da sevdiği bir burjuva kadın için yapmıştır. Martin Eden yazar olmak ve para kazanabilmek için kendini geliştirmesiyle birlikte fikir ve felsefi dünyası da gelişmiş ve değişime uğramıştır. Yalnız eserde Martin Eden figürü London'ın Sosyalist yapısından ziyade bireyselci yapısı ile ön plana çıkmıştır. "Martin Eden bireyselci olduğu için öldü ben ise sosyalist olduğum için yaşadım" diyerek yazar bu durumu kendi tarzıyla ifade etmiştir.
Eserde Martin Eden'in herkesin aksini düşünmesine rağmen kendine inanması, yüksek bir özgüvenle işine sarılıp başarı uğruna vazgeçmeden direnmesi gerçekten takdire şayan bir çabadır. Şüphesiz bunda geçmişte yaşadığı zorlu yaşamın etkisi vardır. O dönem yazarlık yapan entelektüel züppe burjuvaların aksine Martin Eden hayatı her yönüyle görmüş, insanlara ve hayata dair müthiş gözlemler yapmıştır. İlk dönem London'ın hayatında da olduğu gibi pek çok yazısı "üslup" hataları yüzünden yayımlanmamış ya da düzenlenmiştir. Martin Eden eserde başarılı yazarların yazılarını çokça araştırmış ve başarılı olacak tarzı özenle taklit ettiğini belirtmiştir ki gerçekten de London hakkında pek çok yazarın intihal veya benzerlikler sebebi ile eleştirisi söz konusudur.
Eser o dönem dünyanın içerisinde bulunan sınıf çatışmasını bir aşk ilişkisi üzerinden kurgulamıştır. Sevdiği kadını kazanabilmek adına sınıf çatışmasının tam göbeğine düşen Martin Eden, bir yandan hayatın güçlükleriyle mücadele ederken bir yandan da içinde bulunduğu sınıfa yönelen önyargı ve aşağılamayla da mücadele etmiştir. Fakirlik, kimsesizlik, dışlanma gibi olumsuzları haddinden fazla yaşayan kahramanımız eserin ilerleyen kısımlarında tüm bunların üstesinden gelebilecek mi? Bunu da kitabı okuyacak olan okurların merakına bırakıyorum.
London'ın bu maceraperest ve hayatı basit yaşama felsefesi Amerikan Toplumunu ziyadesiyle etkilemiştir. Hatta yine büyük bir yazar olarak addebileceğimiz Charles Bukowski'nin hayatı da London'ın ve eserinde anlattığı Martin Eden karakterine çok benzemektedir. London'ın alışılmış yazar profilinin dışında birisi olması çok anlamlıdır. Eğitim almamış olması, aristokrat olmaması, halktan birisi olması ve buna rağmen büyük bir başarı elde etmesi o döneme kadar yaygınlaşmış olan sanatın burjuvaların tekelinde olduğu imajını yerle bir etmiştir. Bu başarısı şüphesiz ki kendinden sonra ki kuşaklar için bir motivasyon ve güven kaynağı olmuştur. Bir insan okuyarak, kendini geliştirerek, eğitim almadan, yüksek edebi ve felsefi zenginliğe ulaşabileceğinin canlı bir örneğidir. Bugün herkesin sanat üretebilmesi London gibi adamların varlığının bir sonucudur. Bu açıdan London, edebiyat dünyasına emsalsiz hizmetler etmiş bir yazardır. London'ın hangi süreçlerden geçerek bu başarıyı yakaladığı Martin Eden karakteri üzerinden anlatılmaktadır. Başlı başına büyük bir mücadele, aşk ve felsefi derinlik içeren eseri herkesin okumasını tavsiye eder, keyifli okumalar dilerim :)
Yaşadığımız hayatı tamamıyla değiştirmek ve bunun için büyük bir zaman ile enerji harcamak herkesin cesaret edebileceği bir şey değildir. Jack London'ın yarı otobiyografik kitabında ise tam da bu konudan bahsediyor.
Rastlantı sonucu kendi hayat tarzından tamamen farklı hayatlara sahip olan inanlarla karşılaşan Martin Eden'ı, onlar gibi yaşamanın merakı sarıyor. Bu üst sınıfa ait insanlar arasındaki bir kadına aşık oluyor. Onun için de eğitimi olmamasına rağmen durmadan okuyor. Çalışkanlığı sayesinde de kısa zamanda büyük gelişme gösteriyor.
Fakat aradığı mutluluğu üst sınıf arasında bulamıyor. Daha çok şey öğrendikçe çevresindekilerin, paralarıyla bilgilerinin paralel olmadığının farkına varıyor. Bilgilerini paylaşacak ve konuşacak mantıklı insan bulamamaya başlıyor. Hatta uğruna her şeyi değiştirdiği kadının bile aslında ait olduğu sosyal sınıfın ve ailesinin kuklası olduğunu görüyor.
Aşk insana neler yaptırmazı bu kitapta görebilirsiniz. Martin Eden aşkı uğruna genç bir işçiden başarılı bir yazara dönüşen hayat mücadelesini, kendini keşfetmeyi, kesfettikçe hazineye ulaşmayı ve bu sayede okuyucusuna böyle şahane bir edebi eser bırakmayı aşkı sayesinde ortaya çıkardı desek yeridir. Okurken sanata da doydum, edebiyata da. Aşk'a da doydum, yazarlığa doğru giden o güzelim yolculuğa da. Martin'in yürüdüğü yolların izini sürmek, onunla birlikte hayal kırıklığına uğramak, çoğu kez onun adına üzülmek ama bir o kadar da başarısına şapka çıkarmak son derece keyifli bir yolculuktu.
Bilmediğim birçok kelimeyle, duymadığım bir kaç çiçek adıyla tanıştım. Hepsini de çok sevdim.