Gündelik hayatımızda karşılaştığımız nesneleri birbirinden ayırt etmemizi sağlayan özsel bir fark söz konusu mudur? Sözgelimi, bir kedinin neden bir köpek değil de kedi olduğunu anlamak için ne gibi kategoriler ya da şemalar gerekmektedir? Kategoriler ya da şemalar dışında, bir şeyi köpek ya da kedi olarak tarif etmek için farklı birtakım unsurlara ihtiyacımız var mıdır? Nesneleri algılarken bilişsel kapasitelerimizin yanında dilsel niteliklere ne ölçüde ihtiyaç duyarız? Bilişsel kapasiteler ve dilsel nitelikleri bir arada ele almanın herhangi bir olanak koşulu söz konusu mudur? İşte, Umberto Eco Kant ve Ornitorenk adlı bu çalışmasında gerçeklik, algı ve deneyimle ilgili temel problemleri, Kant, Heidegger, Peirce gibi filozofların düşünceleri ekseninde, sahip olduğu felsefi, edebi ve tarihsel bilgi birikimini kendine özgü hikâyeci anlatım tarzıyla zenginleştirerek birbirinden kıymetli altı deneme kaleme alıyor. Umberto Eco’nun “Giriş” yazısında belirttiği üzere, “Kant’ın ornitorenkle ne işi var? Hiç. Tarihlerden de görebileceğimiz gibi, hiçbir ilgisi olamazdı.” Kant, hiçbir zaman bir ornitorenki kaleme almadı; bir ornitorenk hiçbir zaman Kant’tan haberdar olmadı; fakat Eco’nun gerçekliğe dair hakiki soruları, hiçbir varlığı birbirine karşı kayıtsız bırakmayacaktır.