Dostoyevski’nin ilk romanı olma özelliği taşıyan İnsancıklar’da, büyük bir yazarın yaklaşan ayak seslerini duyarız. Makar Devuşkin ile Varvara Alekseyevna’nın mektuplaşmalarından oluşan roman, hem karakterlerin ruh hallerine hem de o karakterler aracılığıyla “yoksulluğa” ışık tutar. Makar’la Varvara’nın arasında anlayış ve şefkat dolu bir ilişki mevcuttur; birbirlerine gönderdikleri mektuplar aracılığıyla, 19. yüzyılın yarısında Rusya’daki işçi sınıfının hayatını gözler önüne sererler. Dostoyevski, İnsancıklar’da insanlık durumunu bütün karmaşıklığıyla incelerken; diğer kitaplarında olduğu gibi, bu kitapta da karakterlerine empatiyle yaklaşmaktan geri durmaz.
Tuhaf bir andı, ben aşırı samimi ve açık yürekliydim; bir ateş, tuhaf bir heyecan kaplamıştı beni ve ona her şeyi itiraf ettim… eğitim almak, bir şeyler ögrenmek istediğimi, beni bir genç kız, bir çocuk saymasından sıkıldığımı... Tekrar ediyorum, çok tuhaf bir ruh hali içindeydim; kalbim yumuşamıştı, gözlerimde gözyaşları birikmişti - ve hiçbir şey saklamayıp her şeyi anlattım, her şeyi - ona duydugum dostluğu, onu sevme arzumu, onunla bir gönül birliği içinde yaşama, onda teselli bulmak, onu sakinleştirmek arzumu. Bana biraz tuhaf bir şekilde , şaşkınlıkla, hayretle baktı ve bana tek kelime söylemedi. Birdenbire canım çok yandı, hüzünlendim. Beni anlamamış gibi, belki de benimle alay ediyormus gibi geldi. Birdenbire bir çocuk gibi, hıçkıra hıçkıra ağladım, kendimi tutamadım; sanki nöbet geçiriyor gibiydim. Ellerimi tuttu, onlar öptü, beni gögsüne yasladı, konuştu, sakinleştirdi beni; derinden etkilenmişti; benimle ne konuştuğunu hatırlamıyorum, ama ben de ağladım, güldüm ve yine ağladım, kızardım, mutluluktan tek kelime bile söyleyemedim.