Sorunlarla dolu bir evde geçen çocukluğundan, oradaki anılarından kaçarken yazın dünyasının çatısı altına saklanır Anton Çehov. Ruhuna kanat geren bu çatıya olan minnetini çok çalışmakla, daima üretmekle ve ufak tefek hatalarda onu terk etmemekle verir. Onun için hikâye yazmak, başlı başına ciddi bir iştir; hikâyeler gereksiz olan her şeyden arınmalı ve değerli okurunun karşısına en temiz, en yalın hâliyle çıkmalıdır. En mühimi ise yazar; her bir cümlesinde okuruna sözler verdiğini bilerek ilerlemeli ve tüm sözlerine sadık kalmalıdır. Zira yazar, bir hikâyenin başında okuruna deniz manzarasını göstermişse ikinci veya üçüncü bölümde onu mutlaka mavi sulara daldırmalıdır. Nihayetinde, Tutamayacağınız sözler vermek, yanlıştır. Anton Çehov’un hikâyelerinde okur; bir hafiye edasıyla betimlemelerin arasına karışmalı, orada kaybolsa bile engin sularla bulaşacağı anı beklemelidir. Anton Çehov`un hikâyeleri; kara mizahın gölgesinde yetişirken sokaktaki insanın gerçekliği ile okuru elinden tutup aydınlığa çıkarmakta ve tanıdık yüzlerle karşılaştırmaktadır. Elinizde tuttuğunuz kitaptaki her bir hikâye, sokaktaki insanın dertleriyle yoğrulmakta; yaşanan ancak görmezden gelinen hayal kırıklıklarını, yüreklerde açılan boşlukları, yersiz kuşkuların çıkmaz sokaklarını, yüzlerdeki maskelerin kirli artlarını, uçup giden aşk fısıltılarını, insanın yok yere kendisini kaptırdığı korkularını gün yüzüne çıkarmaktadır. Mühim olan, ey okur; sizin bu gerçeklerle yüzleşmeye cesaretiniz var mıdır?