Sonra aynaya biraz daha yaklaştım ve tozunu sildim. Yüzümü görür görmez gülmeye başladım. Çünkü ağzım burnum yamulmuş gibiydi. Burnum yanağımda ağzım aşağıya doğru sarkmıştı.
Karım kahkahalarımın ardı arkası kesilmeyince o da aynaya doğru eğilerek baktı. Bakar bakmaz titremeye başladı. Yüzü sapsarı kesildi. Ben şaşkın şaşkın bakarken o bir çığlık atmasın mı? Elindeki şamdan yere düştü. Mum söndü ve ortalık kapkaranlık kesildi. Anladım ki karım bayılmıştı.
"Sanki yaşam, işlerini tıkır tıkır yürüten milyonlarca insan arasından beni seçmiş; işe yaramaz, beceriksiz, kötü bir adam olarak yalnızlığın kucağına atmış..."
Anton Çehov'dan Martı kitabını okumuştum birkaç hafta önce. Bu kitabı neden yazmış, diye düşündüm ama kesin bir sebebi yok gibiydi. Yine de benim en sevdiğim kitaplar amaçsızca yazılanlardır. Bir mesaj içermeyen, yazarın özgürce düzenlediği, kimisine anlamsız ve tuhaf gelen yazınlarda ilgi çekici bir yan var. Öyküler kitabının ilk cildini okudum. Içinde birbirinden farklı konularda yazılmış, kimisi uzun kimisi kısa, birçok hikaye vardı. Bu hikayelerden en çok beğendiğim 'Adsız Öykü' kurgusu oldu. Manastırda bir arada yaşayarak ibadet eden bir grup dindarı merkeze alan bu öyküde, açık bir mesaj vardı tabii Martı kitabına kıyasla. Yine de aynı yazarın elinden çıktığı anlaşılıyordu. Manastırdaki bu dindar güruhun arasına bir yolcu gelir ve onlara, manastıra kendilerini kapatarak diğer insanların dinden uzaklaştığını ve şeytanla bir arada yaşadığını görmezden geldiklerini söyler. Yiyip içerek tasasız bir şekilde kendilerinin de bir işe yaramadığını imâ eder. Baş rahip bu sözleri haklı bulur ve yolcuyla birlikte kasabaya iner. Kasabada gördüğü her türlü eğlence ortamı, ona göre şeytanın tasarısıdır. Kasabalı insanların eğlence hayatını geri döndüğünde diğer keşişlere anlatarak dert yanar. Ancak sabah uyandığında manastırda tek bir keşiş bile bulamaz. .d