Moliere klasik bir eğitim gördüğü için Fransız edebiyatının kılı kırk yaran kuralcılığını, sözcükleri yerli yerinde kullanma özelliğini yakından biliyordu. Ama aynı zamanda deneyimli bir sahne adamı olduğu için oyunların okunmak için değil, sahnede oynanmak için yazıldığına da inanıyordu. Bu nedenle geleneksel beş perdelik oyun türünü bırakıp üç ya da tek perdelik oyunlar yazmaktan çekinmedi. O yıllarda moda olan trajedi türüne ve o oyunlardaki uzun tumturaklı konuşmalara karşı komedi türünü ve günlük yaşamdaki gibi konuşulan dili yeğledi ve hazır cevaplığa yer veren bir anlatım geliştirdi. Moliere oyun yazarlığında hem kendi yaşantılarından, hem de okuduğu ve seyrettiği oyunlardan yararlanıyordu. İlk yapıtlarında o dönemin tutulan güldürü türü olan commedia dell’arte’yi temel alarak bununla okuldan tanıdığı Plautus ve Terentius’un özelliklerini birleştirdi. Böylece yepyeni yazılı bir komedi türü yarattı. Başlangıçta başlıca amacının eğlendirmek olduğuna inandığı komedinin, daha sonraları genellikle insanların gülünç ve eksik yanlarını sergilemekle görevli olduğu görüşünü benimsedi. Bu nedenle, geleneksel kalıplardan yola çıkmasına karşın, çağdaş yaşamla ilgilenmekte gecikmedi. Oyunlarında toplumsal ilişkileri; din, eğitim, edebiyat ve aile kurumlarını değişik yönleriyle ele aldı. Burjuvaları, köylüleri, soyluları, yazar ve eleştirmenleri, uşak ve hizmetçileri, oyuncuları her zaman kendilerine özgü çevreleri içinde, hep kendilerine özgü dille canlandırdı. Böyle somut ve günlük bir gerçeklikten yola çıktığı için de evrensel oyun kişileri yaratmayı başardı.