“İsmet - Sus dadı! Her zaman önüme çıkıp durma! İçimdeki zehirleri bir türlü zapt edemiyorum. Dökeceğim. Hepsini dışarı dökeceğim. (Paşo Hanım ’a) Oğlun kapısında ne kadar kudurmuş köpek varsa gönderir. Amcasının kızı olduğumu düşünmez, konağı bastırır. Namusumu lekeler. Sonra beni nikâhlamaya kalkar. Oğlun bir günahsızı haydut gibi askerlerine tutturur. Yanımdan kaldırtır. Zindanlara atar, zincirlere vurur, sonra bana mektup yazar... Bir şartım var; eğer kabul edersen onun canını kurtarırsın der. Dünyada yalnız benim için yaşayan bir adamı beni elinden almadıkça yaşatmamaya kalkışır. Paşa benim ırzımı diyet parası mı sanıyor? Paşa benim Muhtar için can vereceğime bakıyor da gönlümü de kendi almak ümidine mi düşürüyor? Ben kimim ki koynu koltuğu zehir dolu cadıların, köşesinde bucağında cellat saklı adam silahhanelerinin içine gireyim! Beni buraya alıp da hançerlediğiniz mazlumların kemikleri, zehirlediğiniz biçarelerin hayalleri arasında mı gezdireceksiniz? Gelinlik odamı dayımın kanlı kıyafetiyle mi döşeyeceksiniz? Düğünümün ziyafetinde çağıracağınız köpeklere Muhtar’ın ciğerini mi yedireceksiniz?”