Süleyman’ın tapınağından çıkan, Yahudilerin kutsal emaneti yedi kollu şamdanın 455 yılında Roma’yı yağmalayan Vandalların eline geçmesi, kentin Yahudi cemaatinde şok etkisi yaratır. Cemaatin yaşlıları, olan biteni gelecek kuşaklara aktarması için o sırada yedi yaşında olan Benjamin’i de yanlarına alarak kutsal Menora’yı denizaşırı yolculuğuna uğurlarlar. Seksen yıl sonra aynı Benjamin, şamdanı Yahudilere geri vermesi için İmparator İustinianos’a yalvarmak üzere Bizans’a gider. İustinianos’un Kudüs’teki bir Hıristiyan kilisesine gönderdiği şamdan, orada kaybolmuştur. Ancak Zweig Gömülü Şamdan’da söylenceye bir gün yeniden kavuşma umudu barındıran bir final atfeder.
Kutsal olduğunu düşündükleri bir şamdan ve onu, hangi topluluk ele geçirirse onları takip eden bir topluluğu okuyoruz. Gittikleri yer ne kadar farklı da olsa, insanlar yabancı ve zarar verebiliyor da olsa, kutsal saydıkları bir nesneyi takip etmekten geri durmuyorlar.
İnsanların inançları için ne kadar ileri gidebileceği ve eylemlerini fanatikliğe vardıracaklarının güzel bir örneği olmuş bu kısa hikaye.
"Belki de biz Yahudiler diğer milletler gibi ev yurt sahibi olmak istediğimiz, tıpkı bir adamın "bu benim elim" ve "benim saçım" demesi gibi, "burası bizim toprağımız", "tapınağımız" ve hatta "bizim Tanrımız" dediğimiz için Tanrı'nın yolundan uzaklaşmış olabiliriz. Belki bu yüzden tapınağı yerle bir ettirdi, bizi yerimizden yurdumuzdan koparıp görünenlerden ve somut olan şeylerden bizi uzaklaştırdı."