Necib o gün akşama kadar kalbinde ölüm zehiri olduğu halde kalmak zorunda olduktan sonra, bir zindandan kurtulur gibi oradan çıkınca, oradayken sokağa kendisini atıp serbest kalırsa rahat edeceğini sanırken, şimdi yalnız, bütün kaygılanyla, bütün felaketleriyle yalnız kalınca harap oldu.
Asıl beynini ezen, kafasını çatlatan, bir türlü çözümleyemediği bir yön vardı. Yüz bin kere, "Lakin, nasıl olur? Niçin? Bu mümkün değil!" diyor, hiçbir sebep bulamayarak, "Bir şey var, ne olduğunu bilmem; fakat herhalde bir şey var! Ah, bunu nasıl anlamalı?" diye merakının bir ölüm derecesine çıktığını, kendisini bir humma ateşi gibi ele geçirip kahrettiğini görüyordu. Bu ateşarasında, bu "şey"in başka biri olmak ihtimali de düşüncelerini zehirle yakıyordu!