Salonda bahçedekilerin kahkahaları işitilebiliyordu. Süreyya, canı sıkılanlara özgü bıkkınlıkla "Çılgın kız" diye söyledi. Balkona açılan büyük kapıdaki parmaklığa dayanmış dışarıya bakan karısı dönüp: "Bu gece hava ne güzel!" dedi.
Bu nisan gününüz akşama doğru başlayan yağmurlu yarım saat sonra dinmişti; yaş bir yeşilliğin üstünde şimdi altınlı İncileriyle lâcivert gökyüzü titriyor, toprağın, ağaçların ıslak soluğu her şeyin içine işliyordu.
"Adam sende, bunlar hep hülya, dedi; onun yerinde ben olsam ilk hafta bunalırım... Zira ben, hiçbir şeyden memnun olmamak nasibi ile doğmuş değil miyim?"
Böğürtlen kitabından sonra Mehmet Rauf'tan okuduğum ikinci kitap. Ayrıca Türk edebiyatının ilk psikolojik romandır.
Dili, Böğürtlen kitabında olduğu gibi çok akıcı. O kadar eski kelime bile kitabın akıcılığını bozamamış. Sürükleyiciliğini bozan yegane şeyse romana hakim olan romantizm. Üç yüz altmış beş sayfayı ancak beş günde okuyabildim. Karikatürize edilmiş bir aşk okuyup duruyoruz. Abartı bir aşk draması izlemeye gelmişiz gibiydi.