Peyami Safa`nın şaheserlerinden Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Türk edebiyatında “insan ruhunun derinliklerinde ve labirentlerinde dolaşan ilk roman” olması ve hasta bir insanı ve onun psikolojisini ele alması bakımından önemli bir yere sahiptir. Birçok araştırmacı ve yazar tarafından Türk edebiyatında bir ilk kabul edilen Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Tanpınar dediği gibi, “acının ve ıstırabın yegâne kitabı” olarak hem kemiyet hem de keyfiyet bakımından başka hiçbir eser olmasa da Türk romanının var olduğuna delil gösterilebilecek kudrette bir eserdir. Romanın genç kahramanı, ayağındaki rahatsızlıktan kurtulabilmek için sayısız doktora görünür ve en nihayetinde havadar bir ortamda, stresten uzak bir istirahat dönemi geçirmesi gerektiğine ikna edilir. Ancak, gerek akrabaları olan bir Paşa`nın Erenköyü`ndeki köşkünde misafir kaldığı dönemde, gerekse kendi evi ve hastaneye gidiş gelişlerinde şuurunu adeta bir facia atmosferinde yoğurur. Peyami Safa`nın çocukluk ve gençlik dönemlerinden fazlasıyla izler taşıyan roman, hem umudu ve umutsuzluğu, hem de sevinci ve felaketi aynı sayfalara sığdırabilmiş olması bakımından insanın eşsiz bir tarifini sunuyor.
Bu kitabı yıllar önce Beyoğlu Sahaflar çarşısından almıştım.. sahafların çok ayrı bir dünyası var.. sayfalar arasında sıkışıp kalmış hatıralar var. Birilerinin ruhuna dokunan satır altları çizilmiş, kitabın üzerine bırakılan nottaki tarihe bakınca ise o kişi çoktan bu dünyadan göçüp gitmiş. Bazen de bakarsınız ki kenarda köşede bırakılan bir not alıp sizi o kişinin hayatına sürüklemiş. Bu hisler yepyeni bir kitabı okurken yaşanmaz mesela.
Dokuzuncu hariciye koğuşu, ruhu ile bedeni arasında sıkışıp kalmış bir çocuğun hikâyesini, ızdırabını, aşk acısını ve canhıraş ağrılarını konu alıyor. Okurken etkilenmemek elde değil. Yazarın edebi dili muhteşem. Hele ki betimlemeleri...