1980lerin Amerikasında, derin ekonomik krizin etkileri görülürken, sokakların en acımasız gerçekleri demiryollarında yaşanmaktadır. Bu ekonomik krizin oluşturduğu boşluklar, özellikle adalet kavramını sorgulatır duruma getirmiştir.Demiryolu Serserileri toplumun marjinal katmanlarından biri olan Jack Londonun, kaçak yolcu statüsünde trenle Amerikayı gezerek yaşamını sürdürdüğü, bazen dilencilik bazen hırsızlık bazen de aç kalarak hayatını idame ettirdiği gençlik yıllarını anlatan otobiyografik öykülerinden oluşuyor. Jack London, Hobo Serserilerinin hayat mücadelesini anlatırken, eşit bir toplumsal düzen eleştirisini vurucu bir üslupla kaleme alıyor.
Demiryolu Serserileri, on altı yaşında, yoksulluk yüzünden trenden trene atlayarak dilenerek geçinebilmiş Jack London'ın otobiyografik kitabıdır.
Bu kitap bambaşka bir Jack'i anlatıyor. Demir Ökçe ve Yanan Günışığı gibi kitaplarını okuyanlar, daha sonra meydana gelen karakterindeki farklılıkları daha rahat görebilir. Burada oldukça özgür, hafif ve sonraki ağırlığına sahip değil genç yaşı dolayısıyla.
İşte bu kitapta, hayatının ilk gençlik yıllarında soğukta, tren görevlilerinden kaçarken, bir ekmek için gururunu bir kenara bırakarak dilenirken başına neler geldiğini, ne çeşit insanlarla karşılaştığını anlatıyor.
Bölümlere ayırarak aktardığı tüm maceraları akıcı ve bilmediğimiz hayatlara dair bir zenginlik sunuyor. Kişisel olarak yorumlayacak olursam hayatımın sadece belirli birkaç yerde geçtiğini ve asla Jack'in deneyimlediği yaşantıyı ilk elden göremeyeceğimi bilmek üzücü. Çünkü bizimkiler kısır ve buhrana sürükleyici hayatlar. Kısıtlı bir deneyim, hep aynı insanlarla karşılaşma sonucuna hiç keşfedemeyeceğimiz yönlerimiz, geliştiremeyeceğimiz özelliklerimiz olacağının farkına varıyorum.
"Kimi zaman, insanla diger hayvanlar arasındaki asıl ayırıcı özelliğin, insanın kendi türünün dişisine eziyet eden tek hayvan olduğu tezini ileri sürmüşümdür."