Huzursuzluğumun nedenini sormaya gerek yok. Düşünüp duruyorum, kendimi alamıyorum düşünmekten. Öylesine yoğun yaşamışım ki, huzur ve sessizlik bende bunalım yaratır olmuş, ölüm ve yıkımın çok geçmeden karşıma çıkacağını düşünmekten kendimi alamaz duruma gelmişim. Kulaklarımda ezilmişlerin çığlıkları çınlıyor; geçmişte de olduğu gibi, tatlı, hoş gövdelerin paramparça edilmesini ve ruhların, şiddet kullanarak, gururlu bedenlerinden sökülüp Tanrı’nın önüne fırlatılmasını izliyorum. Biz zavallı insanlar, dünyamıza kalıcı barış ve esenlik getirmek amacıyla, işte böyle kıyım ve yıkımlara karşı savaşıyoruz.
1912-1932 arası yılları kapsayan çalkantılı bir dönemde yaşamış insanların ruhsal durumlarının Jack London’ın Demir Ökçe’de olduğundan daha canlı tanımını başka hiçbir yerde bulamayız: hataları, bilgisizlikleri, kuşkuları, korkuları, yanılgıları, etik kuruntuları, şiddet içeren tutkuları, akıl almaz alçaklık ve bencillikleri gibi. Bu tür konuları anlamak bu aydınlanma çağında bize çok güç geliyor. Tarih bize bunların gerçekleştiğini, biyoloji ve psikoloji de neden gerçekleştiğini anlatır; ama tarih, biyoloji ve psikoloji bu olayları canlı tutamaz.