Acıların zamanla dindiğini söyleyenler haklı mıdır yoksa hep orada kalırlar da insanlar onları görmezden gelmeyi mi öğrenir? Peki ya bunu öğrenemeyenler? Yetemeyenler, başaramayanlar, sevemeyen ve sevilemeyenler? Acılarını mı örterler yaralarının üstüne? Yalnız onlara yeter, yalnız onları mı severler? Yaşamayı başaramadıkça çaresiz hisseden, çaresiz hissettikçe beceremediği ne varsa tek tek peşine düşen bir adamın babasına yazdığı uzun mu uzun, keder yüklü hatıralarla kuşatılmış bir mektuptur bu. “Sen dünyada nerede değilsen, nereye ulaşamazsan ben orada nefes alabilirmişim gibi geliyor,” der babasına mektubunda ama bunu bile beceremez çünkü ondan ayrı bir hayat düşünemez. Edebiyatın usta kalemlerinden Kafka, babasından nasıl etkilendiğini, nasıl bu hâle geldiğini anlatır satır satır ve yaşamından kapılar aralayıp anılarını okuyanların önüne yığar. Bize düşense bari şimdi birileri onu anlasın diye diri tutmaktır anlattıklarını. Sahi tüm yaşamını asla yıkamadığı bir gücün gölgesinde, onun ağırlığının altında ezilerek geçirmiş bir adamın mümkün müdür hayata tutunması?