Kör Baykuş adlı romanıyla tüm dünyada haklı bir üne sahip olan İranlı yazar Sâdık Hidâyet’in hem genel anlamıyla edebiyattaki tutumunu hem de dönem itibariyle içinde bulunduğu “karamsar” ruh halini en iyi yansıtan kitabıdır Aylak Köpek. 1942’de yani İkinci Dünya Savaşı’nın en sert ve insanlar üzerinde en yoğun etkiyi bıraktığı döneminde yayımlanmıştır. Dolayısıyla kitapta yer alan sekiz öykü de dünyada artık mutluluğun olmadığına ve onu bulmanın imkânsızlığına dair sahnelerden oluşmaktadır.
Kitaba adını veren öyküden başlayarak bir araya getirdiği öykülerin tümünde geçmiş güzel günlerin özlemi, yalnızlık, içinde bulunduğu toplumla uyuşamayan bireylerin yaşadıkları trajik olayları ele alıyor yazar. Belki de Sâdık Hidâyet en başından itibaren Aylak Köpek’te kendini ve yıllar sonra aynı karamsarlık içindeki bizleri anlatıyor.
“Ani bir kararla bir daha dönmemek üzere evden çıkmıştı. Evhamlı bir dünyada yaşadığını, geçmiş ve şimdiye dair ne varsa hiçbiriyle en ufak bir bağlantısının olmadığını hissediyordu. Tüm bu olup bitenlerin uzağındaydı.”
"Belki dünya değişmemişti de yaşlılık ve umutsuzluk dolayısıyla her şey gençlik günlerindeki büyüleyici cazibesini ve güler yüzünü yitirmişti ona göre... Birkaç mutsuz hatıra, bir iki rezillik ve boşuna çırpınmadan başka bir şey kalmamıştı geride. Sadece kendi leşini o delikten bu deliğe sürüklemişti ve şimdi daha güzel günler beklentisinde değildi."
"Adına zevk dedikleri her şeyi denedim; gördüm ki başkalarının zevki bana yaramıyor. Her yerde, her zaman yabancı olduğumu hissettim. Diğer insanlarla aramda en ufak bir ilgi dahi yoktu. Başkalarının yaşam tarzına ayak uyduramazdım."
"Ölüm sesine kulaklarını tıkıyorlar, kendi kişiliklerini hayatın hayhuyu arasında yok ediyorlar! Mutasavvıflar ne demiş: 'Hakikat nuru bende tecelli ediyor.' Bense aksine, Ehrimen'in inişini bekliyorum. Şimdi olduğum gibi kendi içimde uyanık kalmak istiyorum."
"Karanlık odada resmin belirmesi gibi insanın içinde gizli olan şeyler de hayat koşturmacası ve kavgası içinde, o aydınlıkta boğulup ölüyor. Sadece karanlıkta ve sessizlikte görünüyor insana. Bu karanlık benim içimdeydi, onu yok etmek için boşuna uğraştım..."
Sadık Hidayet, söylemek istediklerini düşünce yazısı gibi kaleme almaktan ziyade sembolik olgular ve olaylar kullanıyor. Aylak Köpek'in hikayesini okuduğunuzda ise yüksek bir sınıftan aşağı sınıfa düşüp acı çekmeyi görebilirsiniz alt önerme olarak. Yahut da başkalarının elinden hazır olarak gelecek lüksün bir sonunun olduğunu ve herkesin eninde sonunda kendi ektiğiyle yetineceğini çıkarabiliriz. Farklı perspektiflerden çeşitli önermeler sunulabilir. Bu açıdan oldukça zengin bir hikayeydi bence.