Eski insanlar keyifle muhabbet ederlerken aynı anda sustukları zaman kulakları sağır eden bir sessizlik olurmuş. Bu sessizliği bozmak için ‘’bir evde kız doğdu’ derlermiş. Arnavut kaldırımı sokakları, deli esen rüzgârıyla Alaçatı’nın taş evlerinin birinde doğduğum gün, neşeyle karşılanmış olmamı; bu batıl inanca bağlamışımdır. Ağabeylerimle yaş farkımın on ile on iki yaş olduğunu düşününce, bu sevinç gayet normaldi. Selanik göçmeni babam nalbantlık mesleğini yaparak beş nüfuslu ailesinin karnını doyurmaya çalışıyormuş. Annemin bileziklerini satarak aldıkları tütün tarlası ilk zamanlar umut verse de yoksulluktan bizi kurtaramamış. İçki ve sigaraya düşkün olan dedemin tam tersi, babam camide zaman geçirince müşterileri amcama kaptırırmış. Aralarında çıkan anlaşmazlık büyüyünce tası tarağı toplayıp İzmir’e gelmişiz. Şans bu ya! Anneannemin Çeşme’de satılan tarla parasının yarısını iki kızından büyük olan anneme verince; hayatımız değişmeye başlamış.