"Binde bir mi?" diye sormuştu General Hamilton. "Bu kadar zaman sonra elinizdeki en iyi ihtimal bu mu?" Göğsü madalyalarla doluydu. Tüm bu madalyaları kazanacak zamanı nereden bulduğunu merak ettim. Hepimiz, artık fazla zaman kalmadığını biliyorduk. Dünya çapında ölümler milyonlarla ölçülüyordu. Belki de yüz milyonlarca insanın kurtarılma ihtimali yoktu. Sabırsızlığına sinirlenmenin bir manası olmazdı. Ash yine de sinirlenmişti: "Herhangi bir yaşama şansı sunan başka bir proje oldu mu?" Kemerli burnunun üzerinden masadaki insanlara şöyle bir baktı. Birkaç kişi daha bakışlarını kaçırdı. Aynı anda yürütülen yedi tane araştırma projesi vardı. Olaya mantıklı olan her açıdan ve bir iki tane de deli saçması yönden yaklaşılıyordu. Üretilen aşıya benzer tek şey, kobay farelerin iki günde bağırsak kanseri olmasına sebep olmuştu. İnsanlar üzerinde denenebilecek hiçbir şey üretilmemişti. "Peki, tamam." demişti Hamilton. "Ama kendi üzerinizde denemek saçma bir fikir. Yüzde doksan dokuz nokta dokuz ihtimalle pankreas kanser olmanıza ya da beyninizin kulaklarınızdan akmasına sebep olacak bir şeyi kendi üzerinizde denemenize izin veremeyiz." Kulaklardan akan beyin olayı ilk başlarda yaşanmıştı. Zavallı farecikler. "Generalim," dedim ben de. "İşe yaramazsa, bu umudu da kaybetmiş oluruz. Zaten size bir yararı da yok. Yeni bir araştırma başlatana kadar da, zaten..." Omuz silkmiştim. "Çoktan vücudumuzun her yerinden kan akmaya başlamış olur." "İyi." demişti en sonunda. "Deneyin." Ve işte bu, herhangi bir insanın hayatı boyunca verebileceği en kötü karardı.