Kıyıda ise üç direkli, iki güverteli ve 58 toplu bir kalyon, o karanlıkta usturmaçalarını puta edip iskeleye palamar vermişti. Yelkenlerin sarılı olduğu serenler hisa edilmiş ve tez zamanda yola çıkacağını ilân için mizana direğine mavi bayrak çekilmişti. Esrarengiz adam, kalabalığı yarıp elinden tuttuğu İsrâfil’le iskeleden gemiye doğru yürümeye başladı....Ne var ki, sürme iskelenin kayganlığından dolayı düşmemek için midir, İsrâfil’in kuşağına 40-50 yaşlarında, iri yapılı, sırma işlemeli siyah kaput giymiş biri yapışmıştı. İşte bu adam kuşağı bırakıp küpeşteye tutundu ve güverteye ayak bastı. Bunun ilâhî düzenin bozulması demek olduğunu hiç kimse bilmeyecekti.
Farzedelim ki, bu mekânda biz dahil her şey 100 kat küçüldü. İşte o zaman aramızdaki mesafe artar. 6 karışlık mesafe 600 karış olur çıkar ve biz de aptallar gibi, birbirimizden uzaklaştığımızı ve mekânın büyüdüğünü düşünürüz. Oysa bizler küçülmüşüzdür!
Geleceği bilme konusunda en çok başvurduğu yol, bir kitabın rasgele bir sayfasını açtıktan sonra gözüne ilk ilişen cümleyi okuyup bundan bir anlam çıkarmaktı.
Âh! Sessizliği işitip karanlığı görmek keşke mümkün olsaydı, işte o zaman müminlerin tespihlerinden gelen şıkırtılar, yediklerini köşe başında çıkartan bir sarhoşun göğsünden gelen hırıltılar, kuytularda büyü yapanların dudaklarından dökülen fısıltılar duyulabilir ve on binlerce altınlık servetlerden saçılan ışıkta parlayan gözler, şuh kahkahaların çınladığı batakhanelerin kapılarında asılı kırmızı fenerler, tenha köşelerde kirli ellerin çektiği o pırıltılı hançerler seçilebilirdi.