Sonda söylemem gerekeni mi başta söyleyeyim; yoksa bunu yazının en başında zaten söylemeli miyim, bilemiyorum. Jodi Picoult ters köşeleri❤️ ben . Ne yazsa okurum dediğim yabancı yazarlar sıralamasında kesinlikle.. İçim yana yana , yakıla yakıla ağlayarak okudum yine. Anne olmam, tıpkı onunki gibi 1 erkek ve 2 kız çocuğuna sahip olmam, ağlayışlarımda etkili olmuş mudur? Mümkün. Ama hal böyle olmasaydı da sonuç fazla değişmezdi. Bu kadının kitaplarını seviyorum çünkü sürekli güncel konularla tüm insanlığı etkileyecek şekilde yazıyor ve sanki yazdığı her şey tartışmaya açık gibi duruyor. Olayları tüm kahramanların bakış açısıyla yazmasına da bayılıyorum. Sonuç olarak dediğim gibi ne yazsa okurum 👌🤌
Esir Şehir üçlemesini bitirmek nasip oldu sonunda. Birkaç ay önce Yol Ayrımı'na başlayıp yarım bırakmıştım. Ilk iki kitabın ana karakteri olan Kâmil, bu kitapta yan karakter olarak karşımıza çıkıyor. Belki bunun da etkisi olmuştur ilk başta kitaba alışamayıp vazgeçmemde.
Bazı yanlardan bu değişiklik hem iyi hem de kötü olmuş. Kamil karakterinin gelişimini iki kitaptır takip ediyordum. Bir anda Murat karakterini görmek bambaşka bir kitap etkisi yarattı.
Bu kitapta karakterler ve kurgu dışında dönemin diğer önemli konularına da değinilmiş. Serbest Parti'nin açılıp kapanma süreci de detaylı olarak yazılıp her yönden ele alınmış.
Acımak… İnsan neye acır? Kendine mi? Pişmanlığına mı? Geçip giden zamana mı? Yaşanması mümkünken yaşanamayanlara mı? Reşat Nuri, öğretmen karakteri Zehra ve babasının hikayesi üzerinden cevabını arıyor sorunun. İnsanın duygu ve mantık arasındaki dengeyi sağlamaya çalışması üzerine kurgulanan bir eser. Hayatı boyunca duygularıyla hareket bir baba ve tüm duygulardan arınmış bir şekilde mantığıyla hareket kızı. Zıt karakterli bu baba kızın bugün yazılsa muhtemelen tv programlarına konu olacak hikayesi. Onların özelinde gelişen olay örgüsünde Anadolu insanını, toplumdaki çarpık aile ilişkilerini, bürokrasinin rezil durumunu gözlerimizin önüne seriyor. Tam bir toplum analizi yapmış yazar. Okurken asla sıkmayan, sonraki sayfayı merakla çevirdiğim, bazen Zehra’ya bazen de Mürşit’e kızdığım ama en sonunda da Mürşit için üzüldüğüm bir kitap oldu.
Nazenin sokak sakinlerinin kâh güldüren kâh hüzünlendiren, çokça şükretmeyi öğreten ve aralarındaki bağa imrendiren nahif hikâyelerini okuyorsunuz bu kitapta. Yazarın dili yalın olmakla birlikte betimlemeleri oldukça güçlü. Sizi yormayacak, çapraz okuma yapmanıza müsait bir kitap. Yazarı sosyal medya üzerinden takip edenler, teslimiyetini ve bazı duygulara hasret kalıp kavuşma şenliğini kitaba nasıl güzel yansıttığını fark edecektir. Olur da incelememi okursa kaleminden çok güzel denemeler çıkacağı kanaatimi naçizane paylaşmak isterim.
Ah Muazzez Hocam,Rabbim seni iyi ki yaratmış. Evet,kitabı bitirdiğimde bunu söyledim. Öyle güzel,öyle derin izler bıraktı ki satırlar,hayatımın her noktasında aklıma gelecek nasihatlerle dolu bir kitap olarak rafımda yerini aldı.
1914 senesinde doğmuş ve 2025 Türkiye'sinde yaşayan dile kolay 111 yaş devirmiş,bir çok akademik ve sosyal kimliğe sahip bir cumhuriyet kadını . Hep okumuş,hep araştırmış, hep çalışmış... Mustafa Kemal Atatürk’ün emanet ettiklerini fazlasıyla korumuş ve o yönde ilerlemiş. Gurur duydum. Mutlaka okunmasını tavsiye ediyorum.
"Beli bükülmüş yaşlı bir kadın gibi öne eğilen uğursuz konak,.." (syf:50)
Kitapta ne zaman konaktan bahsedilse kötü kalpli, çirkin bir cadının konağın her odasına süzülmüş hali canlandı gözümde, konuşmadan varlığıyla orada olan ve tüm vazifesi mutsuzluk yaymak olan bir cadı.
Osmanlı son dönemiyle günümüz arasında geçen kitap iki ana karakter Derviş Ali ve Halide'nin anlatımıyla ilerliyor. Dağılan bir ailenin mutsuzluğuna, dört kardeşin nasıl birbirinden koptuğuna ve yıllar sonra içlerinde biriktirdiklerini dile dökerek yüzleşmelerine tanıklık ediyoruz ve büyük aile sırrına. Ayrıca gerçekte yaşamış saray ressamı olan ve "Türk ressamı" olarak da tanınmış Fausto Zonaro da karşımıza çıkıyor. Ressamın kitapta üzerinde çalıştığı zikreden dervişleri resmettiği tablosunun ( Rufai Dervişleri Tablosu) yanı sıra İstanbul'un Fethi tablosuna çok aşinayız.
Merakla okudum ve son bölümde kitabın Halide'nin kardeşlerinden Nihal tarafından yazılması gayet güzeldi. Ama en güzeli Derviş Ali ve Halide'nin zamandan bağımsız olarak buluşup huzura ermeleri..
Kitaptan bazı alıntılar: --; bir gün cesaretle hayatını değiştirebilme hayali kursa da kişisel mutluluğunu ucuz numaralarla güvence altına almanın zavallılığı ölene dek devam eder.(syf:182)
--İnsanları endişelendiren, üzüntüye boğan günahkâr olmaları değil, başkalarının kendilerinden daha iyi, daha masum olma ihtimaliydi; şehrin kötülerle dolu olduğunu düşünmek onları rahatlatıyor, teselli veriyordu.(syf:10)
Kavim'den sonra Ahmet Ümit'in en sevdiğim kitaplarından biridir. Suç türünde bir kitap olsa da bu kez protagonist bir polis veya dedektif değil, bir gazeteci.
Aile ilişkilerine inen ve harika bir gizemi barındıran bu kitap, en sevdiğim ikinci kitabı. Akıcı ve yaratıcı kurgusundan dolayı Ahmet Ümit okumaya bu kitapla başlayabilirsiniz.
Nadir, sıra dışı beyaz renge sahip Çota ile bu filin bakıcısı Cihan etrafında şekilleniyor hikaye. Mimar Sinan ve sarayla ilgili kısımlar merak uyandırıcıydı.
Ben özellikle hikayedeki detayları beğendim. Kimsesiz ve savunmasız konumda bulunan Cihan'ın başından geçen trajik durumlar da eklenmiş.
Okuması ne kadar zor olsa da bence hikayeleri gerçekçi yapan bu detaylardır. Bu yazardan öneri isteyenlere öncelikli olarak Ustam ve Ben'i òneririm.
Özellikle Elizabeth ve Victorian dönemlerinde cinsiyet rollerini Orlando karakterinin gözünden anlatan çok akıcı bir eser. Yoğun bir anlatıma sahip. Bu nedenle kimilerine boğucu ve anlaşılmaz gelmiş olması doğal. Genel olarak kitapla ilgili her noktayı beğendim. Virginia'nın dört kitabı arasından öncelikle Orlando'yu ve Mrs.Dalloway'i öneririm.
Aldous Huxley daha önce okumadığım bir yazardı. Cesur Yeni Dünya kitabı ile kendisiyle tanışmamız gerçekleşmiş oldu. Yazarın edebi hayatı yirmili yaşlarında şiir ve öykülerle başlamış. Çağdaş toplumun kusurlarını zekice olduğu kadar, acımasızca yargıladığı da görülmektedir. Yazar, en bilindik eseri Cesur Yeni Dünya'yı 2. Dünya savaşı öncesinde toplumun tehlikeli bir şekilde kontrolden çıkmakta olduğu hissiyatı ve düşüncesiyle 1932 de yazdı.
Bu eser teknolojinin tek gerçeklik, duyguların ise uzak durulması gereken kavramlar olduğunu karakterler üzerinden bizlere anlatan distopik bir roman. Aile kavramının yozlaşma göstergesi olarak algılandığı bir çağ üzerinden soma adı verilen hap sayesinde herkesin mutlu olduğu ve hayattan aşırı keyif aldığı bir sistem üretiliyor.
İnsanlar makinelerde doğuyor ve üretim kalitesine göre sınıflara ayrılıyor. Fakat bu sistemin dışında uzak bir yerde daha farklı hayat süren başka bir topluluk daha var. Bu topluluğun sürdüğü yaşam ise teknolojinin egemenliğine alternatif olarak kendini gösteriyor.
Zaman zaman ilerlemekte zorluk çeksem de sesli kitap sayesinde bitirmeyi başarabildim. Cesur yeni dünya sorgulayıcı ve şaşırtıcı bir kitap olarak tanımlanabilir.
Beyaz Kale'den sonra Orhan Pamuk'tan beğendiğim tek kitaptır bu. Güzel bir senaryosu var. Slice of Life tarzında, hayatın içinden, insanların günlük uğraş ve problemleriyle ilgili yazılmış bir kurgu. Kitap, ana karakterin yaptığı bir yanlışla başlıyor.
Düzeltmek için çabalamak yerine daha da derine batan ve geleceğini, rüzgarlarının kendisini estiği istikamete götürmesine izin veren tutumuyla hayatının bir döngüde sıkışıp kalmasını, yine durgun ve uyumlu bis üslupla anlatmış yazar.
Bu sebeple hem konusunu hem de karakterlerin sunumunu, gelişimini beğendiğim için Orhan Pamuk'tan öncelikle bu kitabı öneriyorum soranlara.
Iskender Pala hep derin konularda dolu dolu kitaplar yazıyor. Akşam Yıldızı da Göbeklitepe'nin gizemi etrafında dönüyor. Pala'ya göre anaerkil bir toplum yaşıyor tarihin bu ilk yerleşim yerinde.
Bağlılığı, kadının merkezde olduğu bir yaşamın özelliklerini öne çıkaran bir kitaptı. Spoiler vermemek için fazla yorum yapmayacağım çünkü Pala kitaplarında yorumlanacak kısımlar da spoiler için müthiş detaylardır.
Iskender Pala'ya bu kitapla başlamanızı tavsiye ederim.
Jack London'dan 14 kitap okudum. Martin Eden, Demir Ökçe, Deniz Kurdu gibi kitaplar oldukça güzel olsa da benim aklımda hep Yanan Günışığı yer tuttu.
Yanan Günışığı, madenlerde hızlıca zengin olmak için çabalayan bir gençtir. Kitap da bu gencin doğallıktan yavaş yavaş uzaklaşarak hem fiziksel hem de psikolojik değişimini anlatıyor. Aşk, macera ve hırs temalarıyla okuru sıkmadan bitirilebilecek bir kitap.
Stephen King'den toplamda 20 kitap okumuş oluyorum bununla birlikte. Bugüne kadar okuduğum her kitabını çok beğendim. Bunun konusu iyi olsa da karakterler beni çekmedi. Karakterlerde bir gelişim görmedim. Nasıl başladıysa az çok aynı ilerliyor. Bu da kitabı biraz sıkıcı yapıyor bence.
Sonlara doğru daha akıcı hâle geldi. 300 yüz sayfanın özeti 100 sayfada yazılsa ve finali aynı şekilde verilseydi 150 sayfada okunacak harika bir kitap orataya çıkardı. Fakat ne yazık ki 450 sayfa ve içinde anlatılan aksiyon, aile bağları, korku gibi daha iyi yansıtılabilecek konulara olması gerektiği kadar değinilmemiş bence.
Biraz durağan bir kitap olsa da uzaylılara ilgisi olanları belki sıkmayabilir. Beni sarmadı ama yine de tavsiye ederim.
" Yaklaşık iki yıldır Fatma Nur hocamızın rehberliğinde seher vakitlerinde uyanma alışkanlığı edindim. Kendisi çok tatlı bir insan. İstikrarına ve bunu yaşam tarzı haline getirmesine hayranım. Kitabında, kendi deneyimlerinden yola çıkarak, erken kalkmanın hayat kalitesini nasıl artırdığını anlatıyor. Bu faydaları bizzat yaşamış biri olarak ben de gördüm. Erken kalkmanın o saate verdiği maneviyatı anlatmak zor, yaşamak gerek. Eğer siz de bu tarz kitaplara ilgi duyuyorsanız, kesinlikle tavsiye ederim.
ARAYIŞ, sadece yolda olmak değildir aynı zamanda yoldan da çıkmaktır. Tüm sınırlarını aşmak ve ruhani bir yolculuk. Salt delilik ya da özgürlük değil bahşedilen sadece kopuş. Toplumdan zaten vazgeçen bireyin en sonunda kendinden de ümidini yitirmesi. Lakin yolumuzun üzerinde bize cesaret verenlerin olması yeni bir umut ışığı gibi görülebilir(!) İşte tüm hikayenin koptuğu an. Bilirsiniz ya bazen ilerlemek için kopmak gerekir. Tüm bağları yitirmek : geçmişle ve gelecekle. Aydınlığı satmadan karanlıktan nasıl çıkabilir insan...sıyrılamadığımız ve birçok kederimiz de ortak. Bu imgelem bu coşkunluk varoluşun çürük kokan mücadelesi hepimiz bu kervanın güdüldüğü diyardayız. Bilincin dışına yerleşen bu vurum kitabı elinize aldığınız anda ki noktada sizi de serüvene itiyor.
Ya tüm yaşamımız bir rüyaysa? Ve aslında uyandığımızda tüm gerçeklik algımız yitiyorsa? Ve mazimizin bilinenin tam aksi sadece bir kayıp olmadığını kim ispatlayabilir? Hatırladığınız kadarını hayat olarak kabul ediyorsunuz. Ve bu sizi "salt yanıltan şey." Tüm yaşamımız sadece başka bir yaşamın telaşı. Ve uyanıklık hepimiz için korku olacak. Çünkü hiç yaşamadık. Hepimiz yaşama, gözlerimizi kapattığımızda başlayacağız. Bizleri ayıran tek şey : rollerin farklı olması. Rüya: insanı uyandırır. İşte bu bilinçle bu kitabı bir defa kavramak gerekiyor gerisi zaten gelecek. Ve bir defa gerçek ile bağını yitirirsen sayın okuyucum korkarım ki kitap bitmeyen bir yolculuk olacak ve sonunda kapalı kutu hep kapalı kitap ise hiç açılmamış.
Tüm karakterleriyle baştan sona bir çırpınış hikayesi. Kimi can veriyor ellerde kimi de can buluyor! Her karakterin kitaptaki herhangi bir nesnenin bulunma ve o an orada durmasının bir sebebi var. Sembolleri kullanabilmek ve hatta onlara bir ruh ihtiva etmek her halde her romancıda olduğu gibi banada büyük bir haz vermekte en azından bende oluştuğu kesin. İmge 4 bölümden oluşuyor eser. 1-3 bir olarak algılanmalı. Her bölümün farklı bir kritiği var. Ancak son bölüm ya bizim kafamızda bir şey uyandırır ya da kitabı yaktırır. :)
Umay'ın en çok hoşuma giden özelliği ise oyunlar oynamasıydı. Deliliğin o son evresi artık. Kurtulamıyorsak delirmeliyiz. Yaşasın delirmek için yaşam mücadelesi verenler! Umay delidir demiyorum ama sayın okuyucu hangimiz akıllıyız ki? İstemez miyiz Eyfel Kulesinin altında Maupassant ile bir öğle yemeği yemek. İşte tam sırası. :)
Yazarken de fuzuli şeylerden kaçınma gereksinimi duydum. Toplumun beğenisini umursamadım ve evet bir sanat icra ediyorsam bir sanat olmalı. Okunduğu zaman ne bu ya değilde iyi ki okundu. Dudaklarda bir tat kalpte bir sevgili bırakmayan eserleri tutmuyoruz şimdilerde... ve karakterleri taşımak ise bir meseleydi. En çok zorlandığım yer de burası oldu. Umay bir hastaysa hasta gibi davranmalı ve ölü olan herkes ölü gibi. Gerçek olmayanlarsa kendi kimliklerini taşımalıydılar. Okuyucu bunu bilmeli mi, anlamalı mı? Tarkovsky gibi davranmayı seçtim. Her şeyi okuyucuya vermek onu aptala yerine koymaktır. Benim okuyucularım Uhrevi bir yolculuktadır. Onlar her şeyi keşfedip bulacaklar. Ama şunu söylemek istiyorum. Hiç kimse yolculuğun kolay olduğunu söylemedi ve sadece sabredenler keyifle varacak istediğine... Sıyrılılamamış umutsuzluk demek istemiyorum ama Arayış umudun yittiği yerde başlıyor.
Rüya ile gerçek arasına dokunmak rüyanın ve gerçeğin bilinenin ötesine taşınmaktır. Bunun için iki argüman gerek merak ve yalan... Bu ikisi bizi oluşum için üst tura taşır. Bir diğeri ise değer vermektir. Bize de bu oldu işte. Değer verdik. Verdik ki yaşasınlar ve görelim. Birden fazla kişilik ve birden fazla hayat. Her hayatin rolleri de birbirinden farklı olmalı mutlaka. Her rol için farklı bir gerçeklik ve ölüm biçilmeli. (Ölüm'ü çok kullandım sayın okuyucu aslında hepsi gerçek. Ölüm yalan.)
Kelimeleri dans ettirmek istiyorum, anlatmak değil. Kelimeleri, düşünmek için kendime rehber edinemem edinmemeliyim. En çok da onlardan kaçıyor Umay ve en çok düşünmeyi düşman belliyor kendine. Arayış uzadıkça mesafe arttıkça gerçek ve zaman arasındaki boyut ne kadar anlamsızlaşıyorsa rüyada olmak ve o anda gerçeği istemek gerçeğin içinde tutunacak yeni bir dalı umut etmek gibi. Umay'a da böyle oluyor işte. Rolleri dağıtmayı değilde onları anlamayı seçiyor ve okuyucusuna da anlamak için zemin oluşturuyor. Arayış yolda olmak mıdır, kendini bulmak mıdır, yoksa özlenilen bir mefkure mi? Hepimizin var bir hedefi kendine dahi söylemediği...şimdi niyetimiz cevap vermek değil ama görmek ya da işlemek fikirleri.
Evet sayın okuyucu anlamak için neyi bekliyorsun? Şimdi sakince kapağı aç ve senin için hazırlanmış olmayan kelimeleri kendine öyle yedir ki kalktığında işte bunlar benim de!
Neden göçebe? Evet okuyucu hepimiz gezdireceğizz bunu... akıllarda. Tutunmasın. Tutundurtmayalım.
Kendi kitabım üzerine söylenmiş birkaç ufak söz. Okuduktan sonra sizin kitabınız olacak sayın okuyucum. Ve evet bazı yerlerde kelime yanlışları fark ettim. Onlarıda ikinci baskıda düzeltmek ümidiyle. Sevgiyle ve kitapla
Kötü Karma, okuduğum kötü kitaplar kategorisinde yerini almakta. Hatta ilk beş'e girmek için ağır bir şekilde çekiştiğini görüyorum. Nedir Kötü Karma? Böyle bir soruyla başlamıştım kitaba. Zaten pek beklentim yoktu. Pegasus Yayınlarından çıkan kitaptan bir şey beklemiyorum, ama bu kadar kötü olacağını da düşünmemiştim. Ölüyorsun, dünyada yaşadığın zamanda yaptığın kötülüklere ve iyiliklere göre bir canlı olarak tekrar var oluyorsun. Kötü Karma toplarsan daha dip seviyedeki canlılara dönüşüyorsun(Hitler, Stalin vb. bunlar bağırsak paraziti) eğer iyi karma toplarsan tekrardan insan olabiliyorsun.
Kitabın asıl kahramanı Kim adında ünlü bir kadının. Kadın, iş hayatında önemli olmak adına aile kavramanı unutmuş ve erkek olsun topraktan olsun dercesine yaşayan biri. Yeni nesil kitapların genel olarak problemi bu. Bir kadın cinsellikten başka bir şey bilmiyor mu? Kötü bir kitap ama Almanya'da o kadar satmış ki üfff ülke saklanmış. Gerçekten vaktinize yazık. Okumayın. Eh bir iki yerde tebessüm ediliyor tam güleceğim falan diyorsun Kim adlı kadın yeni bir erkek arzuluyor. Tebessüm aptallığın ortaya çıkardığı bir tebessüm. Kurgu olarak ise tamamıyla rezillik. Bir reenkarnasyon kitabı bu kadar saçma olmamalı. Bir an önce yazalımda bitsin kafasıyla yazıldığı net. Ya kadın ölmüş karınca olarak dünyaya gelmiş, düşündüğü şey "acaba beni düzecek erkek var mı?" Peh yapacağınız iş batsın. Hoşlanmıyorum böyle kitaplardan. Gerçekten bir arzu bir istek varsa Sartre bir Camus bir Stendhal ne bileyim Şolohov gibi anlatmalısın. Gerçekten okusanız ne demek istediğimi anlayacaksınız. Tam bir ergen kitabı ama yinede okumayın.
Bu kitabın beyaz perdeye aktarıldığını biliyor muydunuz?
Orjinal adı parfume olan film İspanyanın Figueras, Girona ve Barselona şehirlerinde çekilmiş. Doğanın güzelliği bir nakış gibi işlenmiş çekimlerde ve detaylarda kayboluyor insan seyrederken. Kokulara karşı alışılmışın dışında duyarlılık gösteren Grenouille, gerçek bir dâhidir. Yeni baştan yaratacağı bir insan kokusunu elde etmek için insanlara gereksinimi vardır. Bu arayış ve kokuları tamamlama süreci birçok cinayeti de peşinde götürür. Bir trajediyi anlatmakta olan film derinlemesine incelemeyi ve düşünmeyi gerektiriyor. İnsan psikolojisinden tutun da sosyolojik duruma kadar her alana dokunuyor.
Koku hafızası diye bir şey vardır. Buna inanıyorum. Birçok kez bu hissi yaşadım.
Eminim kitabı okumak filmden daha heycan verici ve ilgi çekicidir. Yine de izlemeyenler için filmi de önermek isterim.
Çırpınan Kanatlar Evi, oldukça akıcı anlatımı, samimi diyalogları ve yazarın kurguladığı evrenle sevdiğim fantastik kurgular arasında yerini aldı. Kitabın ilk yarısında daha cok ana karakterimiz Fallon'un yaşamına ve kurgulanan evrenin özelliklerine yer verildiği icin biraz durağandı. Fakat yarısından sonra kargaların işin içine dahil olmasıyla birlikte asıl olaylar başladı ve sayfalar akıp gitmeye başladı. Zaman zaman Fallon karakterinin bir şeyleri farkına varmayısı ve Dante'ye duyduğu takıntılı aşkına sinir olsam da genel itibariyle sevdiğimi söyleyebilirim
Konusundan kısaca bahsetmek gerekirse, ana karakterimiz Fallon, Luce Krallığı'nda yaşayan ve Şişe Dibi adlı bir tavernada çalışan melez bir su fae'sidir. Fakat melez yani yarımlık olduğu için büyü yapamamaktadır. Tavernada edindiği dostları, büyükannesi ve verilen bir ceza sonrası çevresindeki herşeye tepkisizleşmiş katatonik annesi ile birlikte yaşamaktadır. Yıllar önce ilk öpücüğünü Luce prensi Dante'den aldıktan sonra ona derinden bir aşkla bağlanır. Bir gün karşısına Bronwen adlı gizemli bir kadın çıkar ve ona beş demir karga heykelini bulup özgür bırakırsa kraliçe olacağını söyler. Fallon sonunda Dante ile bir ömür birlikte olabilmek için bir fırsat bulmuştur ve bu serüvene atılmaya karar verir. Fakat çıktığı bu serüvende kendine, köklerine, toz kondurmadığı prensi Dante'ye ve krallığa dair akıl almaz gerçeklerle karşılaşır.
Genel itibariyle severek okuduğum bir kitap oldu. Fantastik severlere gönül rahatlığıyla önerebilirim. Benim için 7.5/10 luk bir kitaptı. Kitapta yetişkin bölümler oldukça detaylı yazılmış, kitap genelinde de yetişkin esprilerine ve imalara cokca yer veriliyor. O yüzden yaş uyarısına dikkat etmenizi mutlaka tavsiye ederim
İste bu kitaptan sizler için seçtiğim birkaç alıntı:
"Henüz değil fakat Fallon, emin ol ki sana zarar vermek isteyen herkes buna göre muamele görecek."
"Zaman insanların yüzlerini çok hızlı eskitirdi."
"Seni kimsenin incitmesine katlanamam, Fal. Ne kelimeleriyle, ne de hareketleriyle."
Dünyanın sonu geldiğinde etik değerlerin ve vicdanın bir önemi kalır mıydı gerçekten?
Bugün tam da bu soruyu kendime onlarca kez sormama sebep olan bir kitapla karşınızdayım. Kıyametin Kıyısında; oldukça akıcı bir kurguya, etkileyici betimlemelere, sürükleyici sahnelere, güçlü dostluk ve aile ilişkilerine sahip post apokaliptik bir kitaptı. Bu tür kitaplar okumayı seven herkese gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.
Konusundan kısaca bahsetmek gerekirse, annesi ve ablasıyla birlikte yaşayan otizmli genç kızımız Denise, dünyaya yaklaşmakta olan kuyrukluyıldızın sebep olacağı kiyametten kurtulmak için Amsterdam yakınlarında geçici bir sığınağa gidecektir. Fakat uy*sturucu bağımlısı annesi, bir türlü gelmeyen ablası İris'i beklemekte ısrar eder. Sığınağa asla vaktinde ulaşamayacaklarını düşünürken karşılarına bir fırsat çıkar. Dünyada yaşam sona erdiğinde uzayda yeni bir koloni kurmak üzere hazırlanmış bir nesil gemisiyle karşılaşırlar. Devasa büyüklükteki gemide tıbbi malzemeler, tarım ve sualtı ekipmanları, variller dolusu tohum ve gıda bulunmaktadır. Gemideki her yolcu bir birimde görevlendirilir ve bu gemide önemli olan yararlı olmaktır. Peki Denise, bu gemide kendisine ve ailesine yer bulabilecek midir?
Son teknoloji bir nesil gemisi, etkileyici tsunami sahneleri, farkli sığınaklardaki insanlar, su motoru ile havalimani ve çevre lokasyonlari yağmalamak ve daha neler neler... Özellikle reading slump dönemlerinde okunabilecek akıcı bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Benim icin 8/10 puanlık bir kitaptı.
İşte bu kitaptan sizler için seçtiğim birkaç alıntı:
"Buradan gideceğim ve yıldızların arasında güvende olacağım."
"Eğer hayatta kalacaksam, bunu kimseyi feda ederek yapmayacağım."
"İmkânımız olduğu zaman güzel anlara sarılmalıyız."
"İnsanlar belirsizlikle başa çıkmaya çalışıyorlar. Eğer onlara ne beklemeleri gerektiğini, nasıl etkileneceklerini ve ne yapmaları gerektiğini söylersen, karşılaşacakları şeye göğüs gerebilirler. Daha da iyisi, sana güvenirler."
Klişelerden uzak bir fantastik kurgu okumak isteyenleri buraya alayım ✨
Yaratılan karanlık ve mistik atmosfer, taht ve krallık entrikaları, özgün karakterleri ve yaratılan büyü sistemiyle beni oldukça etkiledi Bir Karanlık Pencere. Özellikle sık fantastik kurgu okuyanların en cok dert yandığı şey zamanla yaratılan dünyaların birbirine benzemesidir ya, işte bu kitapta yaratılan dünya bambaşka 🔥
Alışılanın aksine sihrin ve büyünün bir lütuf değil lanet olduğu Blunder krallığında açıyoruz gözlerimizi. Krallık ölümcül bir sis bulutuyla çevrelenmiş. Sise maruz kalanlar ateşlenip hastalanıyor ve damarları kararıyor. Eğer sağ kurtulmayı başarılarsa krallığa yakalanmadan hayatlarına devam edebiliyorlar. Tespit edilen enfekte insanlar infaz ediliyor ve bu insanları gizleyen aileleri tüm şehrin önünde kırbaçlanıp sise kurban veriliyor. Bu sisten kurtulmak on iki kader kartının bir araya getirilmesi gerek. Fakat İkiz Kızılağaç adlı kart tüm krallık köşe bucak aransa da bulunamıyor.
Ana karakterimiz Elsepth, küçük yaşta ateşe yakalanmış ve enfekte olduğu babasi tarafından saklanmıştır. Hayatta kaldıktan sonra zihninde Kabus adını verdiği bir ses duymaya başlar. Peki bir aksam yolu enfekte insanları avlayan haydutlarla kesiştiğinde hayatta kalmayi başarabilecek midir ⚔️
Oldukça akıcı, iyi kurgulanmış ve karakter gelişimleri etkileyici, 8.5/10 puanlık bir kitaptı. Fantastik kurgu sevenlere tavsiye ederim 💖
İşte bu kitaptan sizler için seçtiğim birkaç alıntı:
"En iyi yalanlar böyle söylenir işte; ikna etmeye yetecek kadar gerçek katarak."
"İki hafta öncesine kadar avcumun içi gibi bildiğim bir insana artık güvenememek beni korkutuyordu."
"Altın bir kalp bile çürüyebilir. Yazdıklarının, yaptıklarının hepsi boşa gitti. Kartları silahtan başka bir şey değil, krallığı artık zalim. Aptallık çobanı, aptalların kralı."
Bu kitapların filmini seyrettiniz mi? Son zamanlarda seyrettiğim en başarılı filmler arasında yerini alabilir Rüzgar Gibi Geçti. Batı edebiyatının dünyaca ünlü tarihi roman kitabıdır. 1939 yılında kitaptan filme uyarlanmış ve zamanında Türkiye’de en çok bileti satılan film olarak da tarihe geçmiştir. Filmin baş karakteri Skarlet; çok güzel, sevecen, erkekleri kendine hayran bırakacak derecede etkiye sahip olsa da asıl özelliği cesur ve zeki oluşudur.. Güneyli Skarlet’in hayatı iç savaştan hemen önce Ohara çiftliği Tara’da başlıyor. Toprağın hayatları için ne kadar değerli olduğunu babası şu sözleri ile Skarlet’e henüz filmin başında anlatıyor. "Uğruna savaşmaya değecek tek şey topraktır. Çünkü kalıcı olan tek şey odur. Bir İrlandalı için toprak anası gibidir. Uğruna herşey verilen tek şey topraktır Skarlet, bunu unutma." Ve Skarlet bu sözleri asla unutmayacaktır. Kuzey-Güney Savaşı, kölelik, ölümler, acılar ve Skarlet’in sonsuz hırsını barındıran film, aslında çok büyük bir aşk hikâyesidir. Skarlet çocukluk arkadaşı Asley’e karşı büyük sevgi hissetmektedir. Asley ise Skarlet’ in güzelliğinin yanında zayıf ve sönük kalan kuzeni Melani ile evlenir. Zamanla Skarlet için bu durum bir tutkuya dönüşür. Bu arada tanıştığı Ret Butler, yakışıklı, kumarbaz, dobra ve güneyin o yıllardaki katı kurallarına göre, bakışları ile bir çok kadının iç gıcıklayıcılığı dışında cesur denilecek etkiye de sahip bir adamdır Skarlet "ne biçim bakıyor, sanki gözleriyle soyuyor insanı" diyecektir onun gözleri ile karşılaştığında. Film ikiye ayrılabilir, savaştan önce ve savaştan sonra. İki bölüm de ayrı şahanelikte. Keyifli okumalar ve seyirler. . .
Bir gün bu kitabı okuyacagımı tahmin etmezdim .İyi ki alıp kendisiyle tanışmışım. Kitabın içeriği beklentimi fazlasıyla karşıladı.Bu kitap, Kur'an-ı Kerim'de vahyedilen ve Hz. Peygamber'in hayatında uyguladığı yeme içme adabına göre 'İslam mutfağı'nı', yani doğru beslenme şeklini anlatıyor.
Yazar, bir mutfağı popüler kültür veya medya gibi araçlar belirliyorsa, o mutfaktan sağlıklı nesiller yetişemeyeceğini söylüyor. Maalesef, Batı kültürünün tüm dünyaya yaydığı gibi, bizim mutfağımıza da girmiş ve değerlerimizi yerle bir etmiş durumda. Kur'an-ı Kerim bize en temizinden, helalinden yememizi emrediyor. Ancak günümüzde gıda ve tıbbi sektörde temiz ve helal ürünler bulmak oldukça zor. Katkı maddeleri ve işlenmiş kimyasallarla boğuşuyoruz.
Resulullah (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyuruyor: 'Öyle bir devir gelecek ki, insanoğlu aldığı şeyin helal mi, haram mı olduğuna hiç aldırmayacak.' Biz de o devirde yaşamıyor muyuz?
Her satırının altını çizdiğim bu kaynak, günümüzün hastalıkları olan şişmanlık, obezite ve mutsuzluğumuzun nedenlerini ve daha birçok konuyu ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. Bir yemek tarifi kitabı gibi, her bölümüne defalarca bakabileceğim bir başucu kitabı. Sevgilerimle, sağlıkla ve kitapla kalın
Serbest yazarlıkla geçimini sağlayan 1997 yılında eşi Penny ile Vermont’un Cabot kasabasında bir kaç dönümlük kendi inşa ettikleri bir evde yaşıyor. Ailesinin yolculuğu ve küçük araziye, kök salma macerasında biriktirdiği kendi yaşamından hikâkayeleri paylaşmış. Okul ortamından, sisteminden tamamen uzak öğretilmeye değil çocuklarıyla birlikte öğrenmeye dair bir yaşam tarzı tercih ettiler. Okulsuzluk çok ciddi emek ister. Bunu onlar başardı. Ben de bu düşünceyi benimseyen biri olarak çocukların çocuk olmalarına, standart eğitimin zorlayıcı, boğucu etkisi olmadan rahat nefes almaları için elimizden geleni sağlamak istiyoruz. Belki bir dağ evi kırsal bir hayat yaşamıyor olabiliriz ama tabi ki okulsuz eğitime daha katkısı olacağını düşünüyorum. Bu süreçte çocukların bizlere açtıkları kapılar o kadar çok ki , bunu kolaylaştırmak için iyi değerlenirmek lazım. Rabbim herkesin gönlüne göre versin 🤲🏻
“Kalbinizde Allah’ın nuru vardır, onun da adı da vicdandır” Tolstoy Rus yazarı L.N. Tolstoyun Hz. Muhammede hayranlığı ilk peygamberimizin hadislerini okuması ile kazandırmış. Kendiside bu inceliği yakalamış ve insanlara daha çok duyurmak adına bu eseri paylaşmış.
“LA” sonsuzluğa uzanan bir hece. Nazan Bekiroğlunun kaleminden ve yazarın okuduğum ilk kitabı. Âdem ile Havva’nın hikayesinden yola çıkarak, insanlığı anlatıyor. Önceki ve sonraki mevcut olan bir hayat.Ben beniâdemim. Herkesin kelimeler kitabı vardır. Allah insanı doğruyu , yanlışı ayırt edecek bir surette yaratmıştır. Dünya’ya bir imtihan olarak gelmiştir. Şiirsel anlatımıyla , her kelimesin de anlam yüklü olan bu kitabı çok beğendim😊 Bir kaç alıntı ekleyip noktalıyorum. Âdem’in kelimeler kitabı, insanın varlık gerçeğini yorumluyor. Oysa kabil, insanlığın hikâyesini kölesi olduğu karanlık adına en baştan bozuyor.
Sanki atı ehilleştirmemiş, toprağa hükmetmemiştir. Buğday, ilk ekmeği pişirmemiş, saban yapmayı, ev kurmayı, sal bağlamayı, yelken açmayı, toprağa gölge salmayı öğrenmemişti.
Havva sanki örgülerini çözüp de suya eğilmemiştir. Âdem’in sanki tenine su hiç değmemiş, ateş yakmamıştı gövdesini. O en büyük acıyı çekmemiş gibi, sanki Kabil Habil’i hiç öldürmemişti. Zaman herşeyi uğurlar, yola koyar. Her yolun sonu, her cümlenin noktası var ...
Kitabın isminden anlaşıldığı gibi daha sakin, daha mutlu ve daha özgüvenli çocuklar yetiştirmek için”daha sade” nin olağanüstü gücünü anlatan bir kitap. İslamiyette olan ve Peygamber (s.a.v) yaşadığı hayat tarzına sadeliğe çok yakın konulara denk geldim. Biz müslümanların yaşaması gereken bir yaşam bicimi. Ancak hayatımız modernizmle birlikte bir tüketim çılgınlığı ile bizleri baştan çıkarmış malesef. Çocuklarımızın ihtiyaç duyduklarından ve istediklerinden çok fazla seçenek sunuyoruz. Fazla oyuncaklara boğmak dağınık bir odaya sahip olan bir çocuğun ne kadar mutsuz olduğunu kanıtlamış yazar. Daha sakin , daha mutlu bir yaşam için evvela günlük hayatımızı bunaltan fazlalıkları ve telaşları azaltamak , buna “hayır teşekkürler “ 😊 deyip içtenlikle yapmak. Tabi ki sadece dağınık evlerimiz ve yoğun yaşamlarımız değil aynı zamanda kalplerimizin de yer açmaları gerekiyor. Ailelerin bir arada kaliteli vakit gecirdiği, aklımızda biriken işlerin düşüncesi olmadan çocuğunu duyabileceğin bir alan açmak. Daha az demek daha çok mutluluk demektir. Okuduktan sonra bende etkili izler bıraktı 😊♥️ Sade hayatla ilgi duyan ve özellikle çocuklu ailelere bu kitabı öneririm. 🎀
Yazar, okuyucularını ikigai'lerini keşfetmeye, tutkularını takip etmeye, hayatlarına anlam katmaya teşvik etmektedir. Japon felsefesi, psikoloji ve sağlıklı yaşam konularında bilgi dolu ve ilham verici bir kaynak olan bu kitabı okumanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Okudukça daha derin düşüncelere, dalar ya insan bir roman kitabının her sayfasında. İşte bu eser de beni adeta etkisinde bırakıp içinde yaşıyormuşum gibi yoğun duygular , bir his bıraktı bana. Okuması çok zevkli kah güldürüp kah da üzen olayları yaşadığın bir roman. Çalıkuşu öyle içten öyle samimi.Teyzesinin oğluyla evlenecği gün bir kadın tarafından gelen mektupda kamranın isviçrede yaşadığı bir dönem de bir kadınla ilişkisi olduğunu öğrenir. Ve herşeyi birakıp bir anadolunun köyünde öğretmenlik yapmaya başlar. Bir aşk romanı gibi görülse de aslında o dönemin (osmanlı dönemi sonrası) anlatan bir kitap. Mesleği uğruna da verdiği yaşam mücadelesı anlatır. Gittiği her ilde güzelliği yüzünden orda yaşayan insanların çeşitli dedikodularla karşı karşıya gelir. Çalışkuşunun bir daha kamrana kavuşup kavuşmayacagı heyecanıyla kitabın son sayfalarını merakla okudum. Türk edebiyat yazarlarınından Reşat Nuri Güntekinin okuduğum ilk eserlerinden oldu. Bir kez daha okuyacağımı düşünüyorum. Kısa alıntılar: - Ben dün akşam bir karar verdim, - Neye? - Yaşamaya ☺️
Serkan Karaismailoğlu sevdiğim kitaplarından bir mizahı anlatımıyla hem öğrenerek hem de eğlenerek okudum "Erkek Beyni Kadın Beyni" yazarın 2015 yılında yayımlanan popüler bilim türündeki eseridir. Kitap, kadın ve erkek beyinleri arasındaki yapısal ve işlevsel farklılıkları bilimsel veriler ışığında ele alırken, bu farklılıkların günlük hayattaki yansımalarını da mizahi bir dille anlatmaktadır. Kadın ve erkeğin bilişsel ve duygusal arasındaki farklıları çok güzel incelemiş ayrıca bilimsel verilerde dahil Meraklılara tavsiye ederim.
“ Zor Bir Ailede Büyümek “ Dünyaca ünlü bir terapist olan Susan Forward’ın Craig Buck ile birlikte hazırladığı bu eşsiz kitap okurken korku ,kaygılarımı ve endileşelerimi gözler önüne serdim. Kitabın orjinal adı ( Toksik anne babalar) Başlangıcında bahsettiği bu tip anne babalar şu şekilde sıralayalım - [x] Yetersiz Anne babalar - [x] Kontrolcüler - [x] Alkolikler - [x] Sözel Tacizciler -[x] Fiziksel Tacizciler - [x] Cinsel Tacizciler Kitapta anlatılan durumlarda muhakkak kendiniz de bir şeyler bulabilirsiziniz. Çünkü her birimiz küçükken anne-babalarımızın içimize ektiği zihinsel ve duygusal tohumlarla büyüyoruz. Ve bu tohumlar davranışlarımızı veya başkalarıyla kurduğumuz ilişkileri etkiliyor. Ciddi anlam da deneyim ve bilgi içeren , aileyi ve kendini tanımlama, hayatımızı geri kazanmanın yollarını bu kitapta bulabilirsiniz.. 📝Çocukluğunuzda başınızdan geçenlerden siz sorumlu değilsiniz, ama geleceğiniz için şimdi bir şeyler yapabilirsiniz!
Yok olmaya mahkum iki devletin arasında kalmış bir ülkenin, yeniden dirilişi ve nasıl kurtulduğunu anlatılmış. Ekonomik, sağlık, kültür, eğitim gibi bir çok alanda finlandiya’yı eğitmek daha iyi bir yaşam alanı oluşması bilim adamı , siyasetçi olan Snelman üstüne düşen görevi yerine getirmesi için büyük mücadeleyle hizmet etmiştir. Finlandiya ‘yı Beyaz zambaklar ülkesine çevirdi. Yazarın kitabı oluşmasında da elyazmalarına bir çok çabadan maddı ve manevi destekler sonucunda tekrar yayınlandı. Kitabın en çok başarı yakaladığı ülke olan Türkiye’ de çok farklı bir bakış açısı var. Çok değerli ve anlamlı bu kitabı okuyun ve okutunuz 😊
Tavsiyeler arasında çoğu kez karşılaştığım bu kitap yazarla tanışmama vesile olanlara teşekkür ediyorum. Sosyal medyada sıkı takıpçisi olmasam da ara ara yazılarınu beğenerek okuyorum. Biyolojik bilgiler ışığında bizi biz yapan vücudumuzdaki hücrelerden bahsedilmiştir. Günümüzde tartışılan konulardan birisi de bağırsağın ikinci bir beyin olduğu ile ilgili görüşler var. Belki çoğumuzun bilmediği mikrobiyota, denen vücudumuzda yaşayan bu minik canlılardır. Bunun %95 bağırsağımızda bulunur. Genel adı olan mikroorganizmalar çok sayıda fazla olduğu için beynimizi ve karakterimizi, kararlarımızı , depresyon , davranışlarımızı , kilo alıp vermemizi doğrudan etkileyen bu canlılar. Herşeyi beyinde bulmayıp bundan sonra bağırsakları daha çok sorgulama kanaatine vardım😊 Sağlıklı bir vücut ,sağlıklı bir mikrobiyotaya sahip olmaktan geçer. Konu itibariyle ilgi alanım olmadığını düşünmüştüm 😁 ama iyiki okumuşum Bana faydası olacağını bildiğim her bilgi bir hazinedir😅 Kendine has üslubu ile sohbet havasında hiç sıkılmadan okuyacağınız bir kitap. Tavsiye ederim ☺️
İşaret parmağını çocuğa yöneltip bağıran bir anne çocuğunu terbiye etmiyordur; aksine içinde kök salarak suçluluk duygusunun ilk tohumlarını atıyordur. Diyor yazar. Çocuklarımıza niçin bağırıyoruz neyden kaynaklandığına dair her satırın altını çizeceğiniz bir başucu kitap. Bizi öfke girdabına sokan asıl bizi kızdıran çocuk değil yaptığı olumsuz davranışı zihnimizde oluşturduğumuz bakış açısıdır. Bakış açımızı değiştirmediğimiz sürece daha önce ebeveynlerimizde gördüğümüz bu görüş, nesilden nesile devam edecektir. Çocuğun her yaptığı davranışa karşı baş edemediğimiz durumlarda büyüdükçe artıcağına inanıyor ve engel olmazsam iyice yoldan çıkar diye bir algı oluşur. Ve sonra çocuğa bağır bir iki tokat, zorlayıcı tavırlar sergiliyoruz. Malesef “çocuğu gör ama işitme” yaklaşımıyla bir anne babalık modeliyle yetiştik. Rabbim aklımıza , davranışlarımıza hakim olmayı nasıp etsin. Kalplere merhamet tohumları eksin. Kitap çok yalın bir dille anlatılmış ve her sorunun ardından nasıl bir alternatif çözümler oluşturmaya dair bilgiler verilmiş. Bağırmayan anne mi olurmuş diyenlere imkansız gibi görünsede çocuğa karşı nasıl sakin olabilirim diyen tüm ebeveynlerin okumasını tavsiye ederim.
Şeker portakalının küçük zezesi yine karşımızda. Ama bu sefer 11 yaşlarında yine huysuz ve aşık😀Her ne kadar şeker portakalı gibi yoğun duygular içermeyen kitap olsada yine duygu yüklü bir eserdi. Zeze burda zengin bir aile evlatlık alır. Yüreğinde taşıdığı hayali arkadaşı kurbağası ve gerçek bir baba gibi olmasını istediği maurice var. haylazlıklarıyla yine mutsuzdur zeze . Seriyi tamamlamak adına delifişeğide okumayı düşünüyorum. Kitapla kalın☺️📚 “Biliyor musun Fayolle” “Neyi, yavrum?” “Başka bir hayatta düğme olarak doğmak istiyorum. Ne düğmesi olursa
Yapı Kredi Yayınları Eser, yazarın 1937 yılında yayımlanan ilk romanı. Türk edebiyatının en romantik kahramanı olarak biliniyor. Aydın'ın nazilli yakınlarında kuyucaklı köyünde dünyaya geldiği için bu lakabı almıştır. Küçük yaşta köyü basan eşkiyalar tarafından ana babası öldürürlür. Bu olaylara bir bir tanıklık eder. Terkikat için gelen kaymakam selâhattin bey Yusuf'un kimi kimsesi olmadığından yanına evlatlık olarak alır. Bundan sonraki hayatını kaymakamın evinde yaşar. Yusuf suskun ve içine dönük biri. Gelişen olaylardan bir şekilde sıyrılarak yaşamını sürerken kaymakamın kızıyla saf, temiz masum bir aşk yaşamaktadır. Romanın başlangıcı bir cinayetle başlayıp cinayetle sonlanmasına üzüldüm. Tıpkı bir yeşilcam filmi izliyormuşum gibi oldu. Gerek akıcılığı gerek kurgusuyla çok güzel bir eser
Öfke dansı - Aile ve sosyal ilişkilerimizde olumsuzluklar karşısında, öfkemizi ne şekilde kullanacağımızı ve öfkemizi yapıcı, bir hale getirmek için rehber olabilcek bir kitaptır. Toplum tarafından genelde kabul , edilmeyen öfke nedir? Peki öfkelenmelimiyim ? içime mi atmalıyım ? gibi sorulara ışık olacak. Aslında öfke tıpkı diğer duygular gibi yaşanmayı hak eden bir duygudur. Öfkeli anlarımızda hep suçlayıcı, yorumlayıcı, ahlak dersi vermeyi, emretmek gibi eylemlerde bulunuruz. Bu durumda karşı tarafı değiştirme gibi bir çaba sarf ederiz. Bu asla işe yaramayan bir yöntemdir. Aksine enerjimizi gereksiz bir şey için harcamış oluruz. Öfkemizi doğru bir şekilde yönetmek için benliğimizi kazanmamız lazım. Beni öfkelendiren şey ne? Ne düşünüyorum? ne hissediyorum? Değiştirmek istediğim şey tam olarak ne? gibi soruları sormalıyız kendimize. Benliğimizi kazanmamın tek yolu bu. Ciddi anlamda öfke sorunlarının altında yatan tek şey , benliksizleşmektir. Kitap da yaşanmış öfkeyi doğru yerlerde kullanmayı gösteren öykülerle de örneklendiriyor. Öfkeyi bir döngü dansı olarak görüyor yazar. Bu danstan nasıl çıkarız sorusuna yanıt.Tavsiye ederim
Yazarın bu kitabını nedense pek sevemedim. Bir kaç öyküden oluşan Kitabın adını taşıyan Parasız Yatılı öyküsü, annesiyle zor şartlar altında yaşayan küçük bir kızın, devlet bursuyla yatılı okul kazanarak hayatını değiştirme şansını elde etmesini konu alır. Hikâye, yoksulluğun gölgesinde umut taşıyan bir çocuk karakter üzerinden harika bir anlatım sunmuş. Olaylarda psiklojik çözümlere de dikkat çeker. Bir kez daha okur muyum evet okurum. Kitapla kalın :)
Yazıları çok küçük olması sebebiyle beni epey yordu. Anlaşılması da çok güç sıkıcı geldi başta ama orta sayfalardan sonra aktı ve keyifle okudum diyebilirm. Kitap Amerika birleşik Devleti uygun bilgi içerikli olsa da aslında şu an yaşadığımız ülkemizi çocuklarımızı ilgilendiren bir çok kısınları bulacaksınız. Çocukları doğadan mahrum edilerek hayal güçleri elinden alınmıştır. Çocukları doğadan yoksun kalmasına yol açan bir çok ortam geliştirilmiştir. Buna bir sürü örnek verebilirz. Avm, yapay plastik oyun alanları. Bu nedenlede oyun alanları gittikçe daralıyor. Bir dönem çocukların insanlara ve doğaya karşı tek bir korku , kaygı olmadan sokaklarda oynayan çocuklar çocuklar yok artık. Artık öyle ki araştırmalara göre oyun suç haline geldiği serbest zamanların azaldığı, tv karşısında daha çok zaman geçirildiğinden hareketsiz yaşam hem yetişkin hem de çocuklarda ciddi anlamda obezlik ortaya çıkmıştır. Oysa ki doğanın iyilştirici bir gücü var bir çok depresif, hiperaktif bozukluğu doğayla iç içe olup bir bağ kurarak tedavi edildiğini kesin kanıtlar var. Herkesin okuyacabileceği özellikle ebeveynlere bu kitabı tavsiye ederim. 🌸🍀📚
Çok okunan populer yazarlardan olan Franz Kafka’nın okuduğum ikinci kitabı oldu. Dönüşüm kitabında olduğu gibi sıra dışı değersizlik ve korku sembolize edilmiş konu içerikli bir kitap 🔎Dava , adalet sistemini sorgulatan bir kitap. kahramanimiz josef k.'ya birisi iftira atmış olmalıydı, çünkü kötü birşey yapmadığı halde tutuklandı. Kaldığı pansiyonda bir sabah odasına gelen tanımadığı adamlar tarafından kendısının artık tutuklu olduğu bir davalı olduğunu söylenir. Aynı zamanda kendi işine gidebilecek bir davalıdır artık. Suçlanan özgürlüğü elinden alınmış bir davalıdır . Niçin tutuklandığı ne suç işlediğini dahi bilmeyen bay K. Kendi davasını temize çıkarmak için uğraşır ve binbirtürlü yollara başvurur. Adaletin bu mu dünya dedirtten bir acı son. 🔎Kitap benim için çok ağır ilerledi. Kafa karıştırcı. Merakla beklerken son iki bölümde herşey açığa çıkıyor Kafkayı daha önce okumayan kesinlikle bu kitapla başlamasın. Seviyle kitapla kalın📚 ✍🏻 alıntı: “Adalet dingin olmalı, aksi taktirde sallanır ve adil karar veremez” Franz Kafka
Kitap, toplumda yaygın olan "iyi aile" kavramını sorgulayarak, aile içinde yaşanan sorunların ve istismarın sıklıkla göz ardı edildiğini vurgular. Aile içindeki güç dengesizlikleri, iletişim sorunları ve duygusal ihmal gibi konuları ele alır.
Bugüne kadar okuduğum Çocuk gelişimi kitapları arasında enlerin başında olan bir kitap diyebilirim. Aletha solter bu kitabında da verdiği örnekler çözüm odaklı olması ayrı bir güzel severek hiç sıkmadan okudum😁. Ebeveyinin çocuğu ile arasında mutlu bir ilişki kuramadıklarında ya da bir tramva geçirdiklerinde aralarında ki bağ zayıflar ya da kopar. Kimi zaman hareketlerı ya da oyunları ile bize mesaj verir ve bu durumda nasıl cevap vermemiz gerektiğine dair aydınlatıcı rehber bir kitap. Bu gibi durumların altın da yatan sorunları oyunla çözmemiz ( ciddi bir fiziksel ya da duygusal problem yoksa) mümkün. Bağı kuvvetlendirmek adına oyun esnasında saçma sapan hareketler ve çocuğu kahkahalara boğarak en azından çocuğun önce den dikkate almadığımız davranışların altında yatan nedenleri keşfedebiliriz. Eğitim kaynağı niteliğinde çocukla oyun oynama önerileri sunan bu kitabı her ebeveyne tavsiye ederim . Özellikle çocuğuyla oynamaktan sıkılan bir ebeveyinseniz bu kitabı mutlaka okumalısın derim😆
Sevgili Dost, İnsan değişmedi; vicdanıyla tutkuları arasında bocalayıp duruyor. Tutkularına esir düştüğü zamanlarda bile, kendisini rahatlatacak nedenler ve yöntemler bulmakta zorlanmıyor. İşte hile! İşte çürümüş ağ! İşte Cumartesi Balıkları! Yazarın ilk okuduğum kitabı. 61 mektuptan oluşuyor ve her mektubunda insana hayatı sorgulatan, düşüncelere daldıran kalbe dokunacak anlamlı satırlar var. Okuyucu ile konuşur nitelikte çok akıcı harika bir eser . Yazarın bundan sonra ki kitaplarını okumam için güzel bir başlangıç oldu diyelim.Sevgiyle kitapla kalın🥰📚📚
"Aylin Balboa'nın "Bu Hikâye Senden Uzun Osman" adlı romanı, Edebiyat dünyasında farklı bir soluk getiren bu eser, yazarın özgün ve cesur bir çalışması olarak değerlendirilebilir. Bir ayrılığın ardından gelişen iyileşme bir sürecini derin bir dille anlatan etkileyici bir roman. Ana karakterin eski sevgilisine yazdığı mektupların içsel çatışma ve duygusal iniş çıkışları ve dönüşümlerini yoğun ve samimi bir dille aktarılmış
Okurken benim de çok eğlendiğim bu romanın anlatım tarzı oldukça keyifliydi. Okumak isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim."
Hazan Bülbülü Günümüz Türkçesiyle - Türk Edebiyatı Klasikleri 27 Hüseyin Rahmi nin tiyatro eseridir. Genç yaşta evlendirilen genç kızın dramını çok iyi yansıtmaktadır. Kadınların yaşadıkları dönemde ne kadar aciz ve savunmasız olduğunu çok iyi gösteriyor. Yaşlı bir koca, azgın damat ve dedikoducu hizmetçiler arasında kalan Şahende nin dramı
Tam bir George Orwell kitabı! Bir kitabı okuduktan sonra bu kitaptan ne öğrendim sorusuna aldığım cevaba göre değerlendiririm. Bazı kitaplarda dil akıcıdır, dizi izler gibi bittikten sonra televizyonu kapatır normal hayata devam ederiz. Ancak bazı kitaplar da beklediğinizden büyük mesajlar, etkiler bırakır. İşte bu öyle bir kitap.
İngiliz sömürgeciliğinin allanıp pullanarak günümüzde bile sevimli gösterilmeye çalışması kitapta da söylenildiği gibi daha büyük parçalar koparmak istedikleri için ve bu konuda oldukça başarılılar. Çünkü biz de Dr. Veraswami gibi onların bize medeniyet getirdiklerine, medeniyet timsalleri olduklarına inanmış ya da inandırılmışız… Ana karakter Flory İngiliz ama bir Hintliden daha Hintli. Ben yüzündeki doğum lekesinin de buna bir gönderme olduğunu düşünüyorum. Bu lekeden dolayı tam bir “beyaz” değil ama tam “kara” da değil. İki millet arasında kalmış bir karakter. Benim en sevdiğim karakter Flory oldu.
Knut Hamsund'dan okuduğum ilk kitap oldu Açlık. Ağır olacağını ve muhtemelen yarıda bırakacağımı düşünmüştüm yorumlardan dolayı. Fakat tam da benlik bir kitapmış. Yazar çarpıcı anlatımıyla, umutsuzluğun insanlar üzerindeki farklı etkisini yansıtıyor okura. Biçarelik bazılarını daha da alçaltırken bazılarını da yavaş yavaş yıpratıyor, karışık ve dengesiz hâle getiriyor.
Sanırım Hamsund kitaplarını burada noktalamayacağım. En sevdiğim yazarlar arasına girebilir. Size de tavsiye ederim.
Şıpsevdi Günümüz Türkçesiyle Türk edebiyatının önemli eserlerinden biri. Moliere tarzı komedisi, dramı, batı ile muhafazakar sınıf arasında gidip gelen çelişkiler, komediler ve sosyal çelişkileri çok keyifli anlatıyor. Şık romanının acemilikleri yerine ustalık eserini görmekteyiz.