Zenginlik,sabahları simit yiyebilmektir Merdivenleri yardımsız çıkabilmektir. Güzel günleri bekleyebilmektir. Kendine inanabilmektir, Zenginlik,varlığından mutluluk duyduğun her şeydir… Can Yücel
... Aşkım da değişebilir gerçeklerim de Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı Yan gelmişim diz boyu sulara Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum Hiçbirinizle dövüşemem Benim bir gizli bildiğim var Sizin alınız al inandım Morunuz mor inandım Ben tam kendime göre Ben tam dünyaya göre Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız.
“ Alt tarafı bir çiçek koklayıp,bir hayvan sahiplenip,birkaç insan tanıyıp,sevip gidecektik bu dünyadan .Nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz .” Nazım Hikmet
Varlığımızın derinliklerini kurcalayan, sizi güçlendiren kitaplar okuyun. Çözüm bulmanızı ve biraz daha iyi olmanızı sağlayan kitaplar okuyun. Istediğiniz insan olmak için biraz daha çabalamanızı ve dünyada birşeyler yapmanızı sağlayan kitaplar okuyun.
Yaşamak acı çekmektir; yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmaktır. Sayfa 11 - Okuyan Us Kitabı okudu İnsanın Anlam Arayışı İnsanın Anlam Arayışı Viktor E. Frankl
EVLİLİK YÜZÜĞÜ NEDEN SOL ELE TAKILIR? İnsanların evlenince yüzük takmaları eski Mısırlıların inançlarına dayanıyor. Milattan 2800 yıl önce Mısır'da yaşayanlar dairenin veya halka şeklindeki cisimlerin, başlangıç ve bitiş noktalarının olmaması nedeni ile sonsuzluğu temsil ettiklerine inanıyorlardı. Yüzük evliliğin sonsuza dek süreceğini simgeliyordu. Sonra bu inanç ve adet, Romalılar vasıtası ile iyice yaygınlaştı. Kazılarda o devirlere ait çok ilginç evlilik yüzüklerine rastlanılmıştır.
Evlilik yüzüğünün sol ele ve sondan bir önceki parmağa takılmasının sebebi ise modern tıbbın gelişmesinden önceki devirlere ait yanlış bir insan anatomisi bilgisidir. O zamanlarda dolaşım sistemimizdeki ana damarın sol elimizde bu parmaktan başlayıp, kalbimize gittiği sanılıyordu. Böylece buraya takılan yüzükler evli çiftin kalben bağlılığını simgeliyordu. Gerçi şimdi damarların nereden gelip, nereye gittiği biliniyor ama bu da bir gelenek olarak kaldı.
Olmayacağını Gelmeyeceğini Ve bir daha hiç karşılaşmayacağımızı Bir daha bulut altında yağmura yakalanmayacağımızı Bile bile sıkıca tuttum senin için Ellerimde rengârenk çiçekleri
Kuruyan ve solan Sadece çiçekler olmadı
Ağlayan ve üzülen Sadece çiçekler olmadı
Azalan ve büzülen Kaybolan ve ölen Ben oldum çiçeklerden önce Sen gelmeyince Varlığına bahar bakışlı yurduma Bir daha
Farabi şöyle diyor: Her halini anlatan değersizleşir. Herkese güvenen yolda kalır. Her sırrını açığa vuran yalnızlaşır. Her meziyetini ortaya döken tükenir. Her bildiğini söyleyen cahil addedilir.
Çok gezmek gerek vakit varsa. İmkân varsa yeni diyarlar görmek lazım. Yeni insanlarla bir araya gelmek gerek yeni fikirler edinmek için. Yeni tecrübeler kazanmak için yeni mücadelere girmek lazım. Gerek ve lazım kelimelerine yeni cümleler eklemek elzem.
Bir şarkı insanı nerelere götürüyor bazen. Tam da böyle saatlerdi, mevsim bu mevsimdi. Uyanır inerdim taş merdivenlerden. Mavi demir kapı aralanmış olurdu. Bereketin eve davetiydi bu. Kuşların neşeli sesi süzülürdü avluya. Başımı dışarıya uzattığımda akşamdan suya bırakılmış çamaşırların leğende yıkanmayı beklediğini görürdüm. Yapışırdı genzime sabun esansı.
Siyah küçük kutudan TRT türküleri yükselirken henüz demlenmiş çayın kokusu karışırdı odaya. "Uyandın mı Huri kızım" derdi rahmetli dedem. Beyaz sakalları, masal prenseslerini kıskandıran sevecenliğiyle selamlardı beni. Dolardım kollarımı boynuna. Dedem kokardım. Yoğurduğu ekmek kızarırdı fırında, yanaklarım gibi. Eski fırıncıydı dedem. Öyle derdi.
Bazı yazlar eskide kaldı, bazı tatlı anlar gibi. Bazı manzaralar sadece hatıra şimdi.