Sen karanlık bir iş çevirmiyorsun senin tek bir amacın var: hastaları muayene etmek. Hiçbir zaman bir hastayı iyileştirdin diye kapılma, insanoğlu hiçbir zaman Tanrı gibi olamaz.
“İkimizde gerçekten iyi ve güzel bir şey bilmesek de; ben yine ondan iyi bir durumdayım; çünkü o hiçbir şey bilmediği halde bildiğini zannediyor. Ben bilmiyorum fakat bildiğimi de düşünüyorum. Demek ben ondan biraz daha bilgiliyim; çünkü bilmediklerimi bildiğimi sanmıyorum.”
Sokrates’e göre bilgi ve erdem birdir; şu anlamda ki bilge insan, neyin doğru olduğunu bilen kişi, ayrıca doğru olanı yapacaktır. Başka bir deyişle, hiç kimse bilerek ve amaçlayarak kötülük yapmaz; kimse kötülük olarak kötülüğü seçmez.
"En kötüsü kendi kendimizle çoğu zaman çelişmeli yaşadığımız halde, başka bir insanla birlik kurmaya, duygularımızı birbiriyle hiç ayrıntısız eşleştirmeye çabalıyoruz."
"Oysa bir insan, dünyada, diğer insanların fedakarlığına nasıl muhtaçsa, öteki insanlara karşı fedakarlık etmek ihtiyacını da bazı aynı şiddetle duyar."
evimi bir sokakla aldattım, üstümde ay var bu gümüş semtinde bir sokağın üçüncü katıyım, deniz bana bakıyor, ben artık yalnızca denize karşıyım
üstüme gelme ay hanım, Kuzguncuk otelinde iyilik katına çık, senin konukların ağır, ben bir anıyı ağırlamakla geçen hayatlardanım
ruhumun bir otelde ilk kalışı bu aynı, oda, aynı yatak, aynı aynada birbirimizi ilk görüşümüz, başka veda yok, üstümdeki yabancıyla uyumalıyım
ruh semtinden kayık açma ay hanım! sana hazır değilim, senden yanayım kim taşınsa çıkamıyorum içimdeki evden
Kuzguncuk otelinde iyiliğin katı çok yıldızlar gibi çık çık bitmiyor ay hanım, sen bu çocuğu bir yerden hatırlıyorsun ben bu çocuğu bir yerden unutmalıyım
Mektup yaz, denize at nasılsa bir gün her mektup suların aynasında boy gösterir kimi boğulur kimi kaybolur kelimelerin yaralı kelimelere rastlarsanız sahilde bilin ki ölümden önce son arzuları denize bir şiir halinde geri dönmektir.
Siyah-beyaz fotoğraflardaki renkleri nasıl tahmin ettiğini sorduğumda, "Bakmakla görmek aynı şey değil, görmek yavaş yavaş öğrenilir. Görmeyi öğrenirsek, görüntünün ardındaki öze ulaşırız," demişti.
Şimdi düşününce hak veriyorum. Önce ayrıntıları fark etmeyi öğreniyorsunuz, gördüğünüz nesneyi parçalarına ayırıyorsunuz, sonra yeniden baktığınızda gördüğünüz bütünlük ilk algıladığınızdan .ok daha zengin, daha anlamlı oluyor. Önce tümdengelim, sonra tümevarım yöntemi. Başladığımız tüm ile vardığımız tüm farklı. Bir opera partisyonuna, bir müzik parçasına çalışır gibi tıpkı. . . .
Bilinen gerçek şu ki, bir çeşit hız çağında yaşıyoruz. Bu yüzden, dirseklerimizi dayadığımız masa eskisi kadar, diyelim kırk ya da elli yıl önceki kadar ağır değil artık. Gözlerimizi hangi görüntüye çevirirsek çevirelim, göreceğimiz çizgiler eskisi kadar belirgin değil. Her şey hızın pençesinde yeniden şekillenip yeniden var oluyor ve var olur olmaz da acayip bir hızla eskiyor. İnsanoğlunun damarlarında da, fark edilsin ya da edilmesin, kan yerine hız dolaşıyor sanki. Her şey soluk soluğa, her şey harıl harıl, her şey vızır vızır... Evler, ağaçlar, sokaklar, caddeler ve meydanlar sürekli hareket halinde; her şey yer değiştiriyor, biçim değiştiriyor, ruh değiştiriyor. Kendini kendi rüzgarıyla körükleyen bir hız, hızla ele geçiriyor hayatı; ayrıntılarını silip hızla flulaştırıyor. Onu yavanlaştırıyor hatta, alıp uzaklaştırıyor ve günden güne insanın ruhuna ağırlık verecek kadar hafifletiyor.
Kısacası, hızın değere dönüştüğü bir dünyada, devasa bir hız topu halinde, korkunç bir gürültüyle hep birlikte yuvarlanıp duruyoruz. Hayatımızı hayal edilemeyecek kadar kolaylaştıran tuşların, butonların ve düğmelerin sayısı arttıkça, metrekareye düşen insan sıcaklığı da giderek azalıyor tabii ve artık insanoğlu öteki insanların varlığından uzaklaşıp sadece kendi hızıyla arkadaş oluyor.
Hızın hayata ve insanlara neler ettiğini anlatırken hızımı alamayıp olayı biraz abarttım mı bilemiyorum ama, ben buradan, günümüzde yazılan metinlerle bu hız arasındaki ilişkiye gelmek istiyorum. . . .
Yalnızlık alıp karşına kendini, öteki kendinlerle konuşmaktır. Bakışmaktır, öteki kendinlerle; dövüşmektir. Kimi zaman da, öldürmektir içlerinden sana en çok benzeyeni, benzemiyor diye.
“Birbirlerini böyle nasıl sevdiler?” Derseniz ben de derim ki asıl ciddi aşkı dil söylemeden önce insanın gözleri, çehresi hal ve tavrı onu meydana koyar.
"Hayvan gibi satılan, aile kurmakta bile fikri sorulmayan bir yaratığın sosyal hayatta, o toplumu çürümeye götürmekten başka ne etkisi olabilir? Bir milletin yarı nüfusunun hayvan seviyesinde kalmaya zorlanmış olduğunu bir düşünün."